5 Aralık 2018 Çarşamba

Brodie Raporu - Jorge Luis Borges

  Bugün daha önce Boş bir yazımda bahsettiğim Brodie Raporu hakkında biraz konuşacağım. Neden Borges'in bu kitabını peki? Önce biraz Borges'dan bahsetmek istiyorum. Kendisi İngiliz asıllı bir ailenin çocuğu olmaktadır. Birçok ülkede bulunmuş; İngilizce, İspanyolca, Almanca, Fransızca ve Latince öğrenmiştir. Dergilerde çalışmış, derseler vermiş. Düzyazıyla şiiri birleştirip kendine özgü bir yazım kullanmıştır. Yıllar sonra bir kalıtsal hastalık sebebiyle tamamen kör oldu. Ama o yılmadı ve edebiyatı bırakmadı. Onun İspanyolcası için Perulu romancı Mario Vargas Llosa şunları söylemiştir:

  ''Borges'in düzyazısı genelgeçer kurallara aykırıdır, çünkü titiz bir tutumla, az sözle ifadeyi yeğleyerek, İspanyol dilinin aşırılığa olan eğilimine derinden derine karşı gelmektedir. İspanyolcanın Borges ile anlaşılır hale geldiğini söylemek, bu dilde yazan başka yazarlara hakaret gibi gelebilir, ama değil... Borges'de daima mantıklı, kavramcı bir düzey vardır, geri kalan her şey buna hizmet eder. Onunki, hiçbir zaman aşağı bir düzeye indirilmemekle beraber, dolaysız ve ölçülü sözlerle ifade edilen berrak, saf, aynı zamanda olağanüstü fikirler dünyasıdır.''

  Bu sözler aslında Borges için hiçbir şey çünkü onun yalnızca bir özelliğini açıklamakta. Oysa birçoğunun yanında bir hiç. Borges hayatını etkileyen bir etken vardı o da körlük. Lakin o körlüğü eski bir dostuymuş gibi karşıladı ve onu yadırgamadı. Körlüğü hakkında şu sözleri sarf etti:

  ''...okuyamamanın belli bir yararı olduğu söylenebilir, çünkü okuyamayınca zaman başka bir biçimde akıyor. Gözlerim görürken, hiçbir şey yapmadan yarım saat geçirecek olsam, çıldırırdım, çünkü okumam gerekirdi. Ama şimdi uzun zaman yalnız kalabiliyorum. ''

  Körlüğü onun için bir engel teşkil etmiyordu. Borges hakkında biraz fikir sahibi olduysak eğer biraz da kitap hakkında boş yapalım.
  Din, kültür, ölüm gibi gündelik hayattan konuların işlendiği 11 öyküden oluşmaktadır. Bu kitap aslında Borges'in en sıradan öykülerini barındırıyor ama Borges okumaya başlamak isteyen için de aynı zamanda ideal bir eser. Brodie Raporu bize hayatın içinden gelen öykülerle gözden kaçırdığımız şeyleri gözler önüne sürüyor. Bize dersler vereceğine bildiğimiz şeyleri farkına varmamızı sağlıyor. Edebiyatta yeni bir dönem başlatan bu adamı eğer okumaya başlamadıysanız eğer bu kitap sizin için ideal. Ne yazık ki öykü kitapları hakkında bahsedecek fazla şey bulamıyorum. O yüzden bu kısa yazıyı ''Yaşlı Kadın'' öyküsünden bir alıntıyla sonlandırıyorum. Bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.

  ''Bilindiği gibi uyku, eylemlerimizin en gizemlisidir. Yaşamımızın üçte birini uykuya ayırırız, yine de onu bir türlü anlamayız. Kimilerine göre uyanık kalışımızın gölgelenmesinden başka bir şey değildir; kimilerine göre dünü, şimdiki zamanı ve yarını içten karmakarışık bir durumdur; başka birilerine göre de kesintiye uğramamış bir dizi düştür.'' 

24 Kasım 2018 Cumartesi

Boş

  Bugün biraz blogculuk yapıp öylesine boş konuşacağım. Çünkü canım öyle istiyor, burası benim blogum sonuçta. İki haftalık vize döneminde çıktığım bu günlerde neler oluyor? Tabii birde dokuz haftalık güz dönemini geride bıraktım. Benim açımdan değişik bir süreçti. Denizcilik fakültesindeki ilk yılım ve hazırlığı atlayarak okula başladım. Pek üniversite hayatı yaşadığım söylenemez. Ama genel olarak memnunum. 9 haftada birçok dizi izledim, kitap okudum, insanlar ile tanıştım, yeni şeyler öğrendim. Bugün de biraz ondan biraz bundan bahsedeceğim.
  Öncelikle kitaplardan bahsetmek istiyorum. Öncelikle Aşk ve Gurur'u ve Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumayın. İkisininde Can yayınları baskısını okudum ve pişmanım. Haklarında kesinlikle özel bir yazı yazmak istemiyorum. Aşk ve Gurur, eğer Fox dizilerini seviyorsanız okuyabileceğiniz aksi taktirde zaman israfı yapacağınız bir kitap. Yüzyıllık Yalnızlık ise bir ailenin nesillerce süre gelen olayları çevresinde işleniyor. Ama olaylar birbirine olan bağlantısı kopuk ve betimlemeler yetersiz. Ama karakterler şaşırtıcı derecede güzel yaratılmışlar. Bu iki kitabın hayatlarınıza bir şeyler katacağını düşünmüyorum.
  Bu hafta hakkında yazmayı düşündüğüm iki parçadan bahsetmek istiyorum. İlk olarak Brodie Raporu - Borges'ı yazacağım. Bir dönem açıp kapayan Jeorge Luis Borges'ı uzun zamandır blogumda ağırlamak istiyordum. İkinci olarak güncel okuğum serinin 3. cildi olan Batman: Ailenin Ölümü olacak. New 52'nin en iyisi olan Batman'den yola devam edeceğim. Blogdaki diğer Batman yazılarıma tıklayarak ulaşabilirsiniz.
  Kitaplar hakkında bahsetmek istediğim son konu da Sandman. Sandman serisinin devamı gelecek. Uzun zamandır piyasada Sandman'in 2. cildi olan Bebek Evi'i bir türlü bulunmuyordu. Ama İthaki bikaç gün önce 2. baskı haberini verdiği için yakın zamanda seriye devam edebileceğim.
  Bir de yazmayı düşündüğüm iki dizi var. Biri tek solukta izlediğim Chilling Adventures of Sabrina. Diğeri de harika yaratıcılık ile kurgulanmış olan Luther.
  Bir de ön siparişini verdiğim oyun Artifact var. Sizde benim gibi Dota ve Hearthstone seven biriyseniz almayı düşünebilirsiniz. Tabii çıkmamış bir oyunu almanız hakkında öneride bulunamam ama göz atmanızı önerebilirim.
  Son olarak Bohemian Rhapsody var. Queen dinlemekten azıcık bile keyif alıyorsanız filmi fırsatınız olduğunda izlemelisiniz. Queen'e olan bakış açınız değişecek ve grubu daha çok seveceksiniz. Film her ne kadar Freddie Mercury etrafında ilerlese de Queen'in gelişimine tanık ayrı bir haz veriyor. Oyunculukların harika olduğu ve başrollerde Rami Malek, Ben Hardy gibi bilindik oyuncular var. Filmi izlerken yanınızda peçete bulundurun çünkü duygulabilirsiniz. Bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.

11 Kasım 2018 Pazar

Sarı Sıcak - Yaşar Kemal

  Bu hafta yaşadığımız hayatın koşturmacasından uzaklaşıp Çukurova bölgesine gidiyoruz. Hazır vize haftası da gelmişken kafamızı biraz dağıtlaım. Köy insanın hikayelerini okurken modern dünyadan kendimizi koparıyor, lüzumsuz sorunlarımızı düşünüp gülüyoruz. Kitabı okurken zorlanabilirsiniz. Çünkü kitaptaki dialoglar gündelik hayatta kullandığımız İstanbul Türkçesi değil. Kitapta Anadolu halkının yaşadığı tüm olaylara karşı nasıl beraber olup üstesinden geldiğini anlatıyor. Bunları okurken aslında gün içinde yaşadığımız sorunların ne kadar önemsiz olduğunu düşünebiliyoruz. Öyle ki Anadolu insanı bizlere bu kitapta olan 22 hikayede büyük dersler veriyor.
  Kitabımız 235 sayfadan oluşmakta olup Türkiye'de ilk olarak Varlık Yayınları tarafından 1952 yılında basılmıştır. Piyasadan 8-10 TL aralığında bir fiyata bulabilirsiniz.
  Kitap hakkında bahsedebileceğim fazla bir şey yok. Çünkü 22 öykünün herbiri başlı başına bir olay. Ama size şunu söylebilirim ki Osman için ağlamamak için kendinizi zor tutacaksınız. Onun bu tarifsiz hırsına hayran kalacaksınız. Kitapın ismi de olan Sarı Sıcak ve ardından gelecek hikayeler hayata olan bakış açınızı değiştirecek. Haftaya yazı gelmeme olasılığı çok yüksek çünkü vizelerim var. Ama dolu dolu bir çizgi roman yazısı da gelebilir. Bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.

29 Ekim 2018 Pazartesi

Samuray(Samurai) 3 - di Giorgio, Genêt

  Bu hafta araya bir çizgi roman sıkıştırmak istiyorum. Daha önce Samuray serisinin 1. ve 2. ciltlerini de yayınladığım bir seri ile yine sizlerleyim. Beni kendisine bağlayan Takeo'yu bir türlü bırakamıyorum. Her cilt ''Acaba bir sonrakinde ne olacak?'' sorusunu bana sorduruyor. Her macerası ayrı bir sürükleyiciliğe sahip olan Takeo, bu ciltte de kendini bizi bağlamaya devam ediyor.
  Cildimiz genel yapsına değinelim biraz. Ciltli olması alıştığımız Yapı Kredi Yayınları kalitesiyle önceki ciltlerle aynı kalitede karşımıza çıkıyor. Piyasadan 15-20 TL aralığında fiyatlarla bulabilirsiniz. 
  Gelelim önceki ciltte neler olduğuna. Şobei ile olan duygu yoğunluk düellonun ardından Take, abisi Akio ile yeni bir yolculuğa atılır. Abisini bulmasına karşın Takeo, hala ailesine ve klanına neler olduğunu bilmemektedir. Tüm çabalarına rağmen abisinin ağzından laf alamaz. Küçük yolculuklarında abisi ile anlaşmakta sorun yaşayan Takeo yılmaya başlar. Üstüne üstlük ilk albümden beri bizle olan keşiş ile Akio sürekli Takeo'nun başına sorunlar çıkarırlar. Bu sorunlarla uğraşırken Akio, yakuza ve kumar sorunu çıkarır başlarına. Tüm bu sorunlarla baş etmeye çalışırken Takeo aşık olur. Hem aşkı, hem de Akio ve sorunları ile uğraşırken bir de geçmişten birileri çıkagelir. Ezeli düşmanı olan Gölgenin 3 Kızının son üyesi ve klanını bitiren Ogomo... Her şeyin üst üste geldiği bu macerada Takeo, bir takım önemli kararlar almak zorunda kalacak. Her albümün birbirinden güzel olduğu bu cildi zevkle okuyacağınıza eminim.
  Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında gidip gelen Takeo bu albümlerde çok farklı olaylar ile karşılacak. Ama bu sefer yanında abisi Akio da olacak. Sırt sırta verip sorunların üstesinden gelecekler. Eğer daha okumadıysanız kesinlikle okumanızı öneriyorum. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.

27 Ekim 2018 Cumartesi

İskandinav Mitolojisi - Neil Gaiman

  Herkese merhaba! Havaların soğuduğu bu günlerde kuzeyi ziyaret edelim, diye düşündüm. Karşınızda İskandinav Mitoloji. Neil Gaiman tarafından yazılmış bu kitabı geçen yıldan beklemekteydim. Bu yüzden ciltli baksını aldım, lakin kitabı 17 gün sonra okumaya başladım. Çünkü o arada başka bir kitap okumaktaydım.
  Bildiğiniz üzere son dönemlerde Marvel sağolsun Thor, Loki, Odin gibi mitolojik tanrılar hayatımıza girdi. Benim gibi eski okuyuculardansanız eğer hali hazırda zaten bilgi sahibisinizdir. Ama bu tanrılar ile MCU vesilesiyle tanışanlar var. Eminim ki aranızda Disney-Marvel birlikteliğinden çıkan bu değiştirilmiş tanrılar hakkında gerçekleri bilmek isteyenler var. İşte Neil Gaiman tam bu noktada giriyor. Peki kim bu herif? Bu herif gerek çizgi roman dünyasına, gerek edebiyata yeni bir soluk kazandırmış bir abimiz. Blogda zaten Sandman ve Siyah Orkide gibi eserlerine ait yazılarım bulunmakta. Bir kesim onu Amerikan Tanrıları, Mezarlık Kitabı gibi eserleri vesilesiyle edebiyat dünyasından tanımakta. Ama bugün ne bir romanını ne de bir çizgi romanını ele alacağız. Bugün bize kendisinin uzun süreli araştırmalarının derlenmesi ile hazırladığı İskandinav mitolojisine ait mitler ile karşımıza çıkıyor. Hepimiz Thor'un Mjolnir'inin gerçek hikayesini ya da adına film çekilen Ragnarök gerçeğini merak etmiştir, diye düşünüyorum.  Biraz daha bilgisi olanlar diyarların kurluşunu veya yaşadığımız yer olan Midgard'ın etrafını çevreleyen yılan Jormungundr'u merak etmiştir ki Jormnungundr Loki'nin çocuğu olur. Bunun gibi çok fazla bilgiye ev sahiliği kitabımıza bir alıntı ile giriş yapalım.


  ''Başlangıçtan önce hiçbir şey yoktu: Ne toprak vardı ne gökkubbe, ne yıldızlar vardı ne de gökyüzü. Şekilsiz ve şemalsiz, sisten bir âlem ile durmadan yanan ateşten bir âlemdi var olan.


  Kitabımızın biraz genel yapısına değinelim. Kusura bakmayın incelemem ciltli baskı üzerinden olacak. Kitabımız ilk olarak 7 Şubat 2017 tarihinde çıktı. Ülkemizde ise karton kapaklısı 12 Eylül, ciltlisi de 28 Eylül 2018'de çıktı. Ciltlisini piyasada 30-35 TL aralığında bulabilirsiniz. İtahki sağolsun çok kaliteli bir şekilde basılmış. Genel kitle için büyük bir yazı puntosu seçilmiş. Rahatça okuyabileceğiniz ve gönül rahatlığıyla taşıyabileceğiniz şekilde basılmış.
  Bugün yazıyı farklı bir biçimde yazdım. Çünkü kitabın içeriği hakkında bilgi vermemeliyim. Bu blogu kurarken yola çıktığım ideallerime karşı olur. Ama size şunu söyleyebilirim. Okyanusları içen Thor'u ve hınzır Loki'yi okuma fırsatını kaçırmayın. Şimdiden bazı yerlerden kitabın karton kapaklı baskısı tükenmiş. Yazımı küçük bir alıntı ile sonlandıracağım. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.


  ''Dünyanın sonu Ragnarök'te, yalnızca o zaman Surtr'un yerinden ayrılacağı söylenir. Alevli kılıcıyla Muspell'den yola çıkıp dünyayı ateşe verecek ve tanrılar teker teker onun karşısında canlarını teslim edecek.''

 

20 Ekim 2018 Cumartesi

THE END OF THE F***ING WORLD

  Bu hafta daha önce yapmadığım ama hep yapmak istediğim türden bir yazı konusu ile boşluğumdayım. Bu hafta izleyip bitirdiğim bir dizi ile beraberiz, The End of the F***ing World. Neden bu dizi peki? Disenchantment'dan sonra daha ciddi bir şeyler izlemek istiyordum. Ama Daredevil'in 3. sezonuna da günler kalmıştı, bu yüzden de kısa sürecek bir şey olmalıydı. Bu noktada da The End of the F***ing World arayışıma cevap oldu. Hem fakültedeki boş zamanlarımı değerlendirdim, hem de kaliteli bir yapım izledim. Ayrıca İngiliz yapımı olmasının verdiği mutluluk ile altyazısız izledim. Neyse fazla uzatmadan diziye geçelim.
  Dizimiz Charles S. Forsman'in The End of the F***ing World adlı romanından uyarlamıştır. İlk olarak 24 Ekim 2017'de Channel 4'da yayınlandı. Ben Netflix üzerinden izledim. Dizimiz İngiliz yapımı bir kara mizah/komedi-drama televizyon dizisi olmaktadır. 8 bölümden oluşmakta olup  her bölüm yaklaşık olarak 20dk kadar sürmektedir.
  Dizi, ergenlik çağında olan Alyssa'nın ve James'in hikayesini konu almaktadır. Geçmişlerinde yaşadıkları ve sonasında yaşanmış olaylar ile yontulmuş karakterlerimiz, hayatlarının sıradanlığından artık sıkılmış ve ardında ne olacağını düşünmeksizin bir yola çıkarlar. Farklı dünyalardan gelen ama ortak bir paydada buluşan Alyssa ve James bu serüvenlerinde birbirlerine aşık olurlar. Ama yolculukları elbette bekledikleri kadar güzel başlamamıştır. Bir takım kötü olaylar zincirleri ile karşılaşırlar. Aksilikler bir türlü peşlerini bırakmaz ama onlar yollarına ne olursa olsun devam etmektedirler. Yolculukta birbirlerine olan aşkları ve güvenleri sürekli artar. Her bölümü bir solukta izleyeceğiniz bu dizi size ''Keşke daha uzun olsa.'' dedirtecek.
  Biraz da karakterlerimizden bahsedelim. Alyssa, başına buyruk takılan bir karakterimiz. Ağzından bir türlü küfür eksilmeyen, argo konuşan, aklına ne eserse onu yapan birisi. James'e olan sevgisini her fırsatta gösteren ilişkilerinde baskın rolü oynayan biri kendisi. James ise Dexter dizisini izlediyseniz eğer Dexter'ın bir nevi küçüklüğü kendisi. İçinde öldürme isteği taşıyan ve bundan haz alan birisi. Küçüklüğünde ölümle ilgili bir trajedi yaşayan ve bundan sonra hayatı değişmiştir. İçine kapanık, fazla konuşmayan, konuştuğunda ise tek düze cevaplar vermektedir.
  Yazımızın sonlarına geldiğimize göre peki ben ne düşünüyorum dizi hakkında? Kısa süreli biz dizi kaçamağı yapmak istiyorsanız eğer The End of the F***ing World, kesinlikle aradığınız dizi. Biraz komedi, biraz drama, azcık da gerilim ve karşısınızda The End of the F***ing World. Başlarda diziye karşı ön yargınız olabilir ama diziyi bırakmayın. Son olarak da dilinizi devam geliştirmek istiyorsanız dizi İngilizce altyazı ile izleyebilirsiniz. Kolay anlaşılabilir bir dile sahip. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.


14 Ekim 2018 Pazar

Serenad - Zülfü Livaneli

  1 haftalık aradan sonra tekrardan boşluğumdayım. Normalde her hafta bir yazı planladım. Vize ve final haftalarında ya da özel durumlarda bu planım aksayabilir. Ama aksi bir durum olmadıkça bu devam edecek. Gelelim bu haftaki aksamaya. Yemin törenim dolayısıyla bu kitabı bir haftada bitiremedim. Bu yüzden bir sonraki haftaya kaldı. Gelelim niye Serenad'ı okuduğuma. Yıllardır okumayı ertelediğim bir kitapla beraberiz bugün. Feminist arkadaşlar darılmasın ama toplumda ''kız kitabı'' haline getirildi. Bunu yapanlarda yine kadın arkadaşlarımız. Dönem dönem bazı kitaplara bu yapılıyor. Sadece kadınlar değil biz erkeklerde bunu yapıyoruz ve karşı tarafı kitaptan soğutuyoruz. Bu kesinlikle kötü bir şey. Hiçbir şekilde bunu tasbip etmiyorum. Diğer bir okuma sebebim Serenad aşırı derecede şişirilmiş bir kitap olması ve birine ''Bana okuyacak bir roman önerir misin?'' diye sorulduğunda ilk söylenenlerden biri hep Serenad oluyor. Bu denli popüler olan bir kitap beni kendinden uzaklaştırdı. Ve en sonunda kitabı okuma gafletinde bulundum. Okuduğuma %100 pişman değilim ama genel olarak zaman kaybı buluyorum. Neyse kendi düşüncelerimi sona bırakıp kitabın genel yapsına değinelim.
  Kitap, ilk olarak 2011 yılında Doğan Kitap tarafından basıldı. Bir Livaneli ürünü olarak satılmama kaygısı zaten taşımıyordu. Piyasadan kitabı 20-26TL aralığında fiyatlara bulabilirsiniz. Çıktığı andan itibaren uzun bir süre çok satanlarda kaldı ki hala satılmakta. 430 binden fazla satan bu kitap Türkiye şartlarında alışagelmiş istatistiklerin dışında kalıyor. Ama içeriğini düşününce insan yadırgamıyor. Biraz da kitabın içeriğinden bahsedelim.
  Kitabımız baş karakterimiz olan Maya Duran üzerinden işleniyor. İlahı bakış açısı kitapta hiç kullanılmıyor. Tüm olaylar Maya üzerinden işleniyor ve Livaneli bizi sürekli kendimizi Maya'nın yerine koymak için zorluyor. Kitap kültürü fazla olmayan insanlar üzerinde bu işe yarıyor. İstanbul Üniversitesinde çalışan Maya bir gün rektörün özel davetlisi olan Prof. Maximilian Wagner ile ilgilenmesi için görevlendirilir. Daha öncede rektörün davetlileri ile ilgilenen Maya, Max'i de diğerleri gibi düşünür ve her zamanki rutinine devam eder. Ama 87 yaşında olan bu adam düşünüdüğü gibi değildir. Daha önce 1930'lu yıllarda İstanbul'da bulunmuş olan profosör istemeden Maya'yı bir maceraya sürüklüyor. Bu macera Hitler'in Yahudi Soykırımından İstanbul Üniversitesinin kuruluşuna, Struma Olayından Mavi Alaya kadar bir sürü tarihi olayı içermektedir. Hem annelik yapmaya çalışıp hem de üniversite işleri ve profosörle uğraşan Maya'nın hikayesini içeren olaylar zinciri ile baş başa kalıyoruz. Sürükleyici ve bir o kadar akıcı anlatıma sahip olan bu roman sizi kendisine bağlıyor.
  Ne yazık ki kitabın içeriği ile ilgili bu kadar bilgi verebiliyorum. Çünkü fazlası kitapla ilgili önemli bilgileri içerecektir. Gel gelelim kitabın yapısına. İlk kısmı ''wattpad kitabı'' gibi yazılmış olup iyi bir okuyucuyu kitaptan soğutabiliyor. Ortasına geldiğimizde ise mutheşem bir olay zinciri ile karşılaşıyoruz. Sonalarından ise Maya'nın gereksizce anlatışı ile karşılaşıyoruz. Peki kitap okunabilir mi? Evet, okunabilir lakin 457 sayfalık iyi bir tarihi kitap okumanız daha iyi olur. İçinde barındırdığı tarhi bilgileri ve daha fazlasına ulaşabilirsiniz. Sonuç olarak kitabı okumanızı önermiyorum ama bu kitabı kötü ya da okunmaya değer bulmadığım için değil. Fazla kitleye oynanmış ve ona göre yazılmış bir kitap olduğu içindir. Sonunda Maya'nın gözüne çarpan Auerbach'ın Pascal'dan alıntıladığı girişi bölümü onu çek etkiler. Bu alıntı beni de etkiliyor ve yazının sonuna ekliyorum. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.


  “Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en elverişsizdir. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti anlaşılmaz zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, onu kötü insanlar. Adaleti anlaşılmaz töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya ihtiyacımız var; bunu yapabilmek için gerekli olan güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
  Adalet tartışmaya sahiptir. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz şekilde anlaşılır. Bu ada gücü adalete veremedik, gösteri hakkı, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı kuvvetle birleştirmek için de güçlü olanı haklı kıldık. ”




29 Eylül 2018 Cumartesi

Samuray(Samurai) 2 - di Giorgio, Genêt


  İlk cildini incelediğimiz Samuray(yazının ya da görselin üstüne tıklayarak ilk cildin yazısına ulaşabilirsiniz.) Umarım yazının yararını görmüş ve ilk cildi okumuşsunuzdur. Çünkü bütün ciltleri hakkında yazacağım. Peki neden bu seriyi seçtim? Öncelikle okuduğum bölüm ve fakültenin yoğunlukları sebebiyle blogdan ziyade kendime bile çok zaman ayıramıyorum. Bu seriyi seçme sebebime gelirsek eğer en büyük özelliği kısa olması. Diğer bir özelliği Marvel'dan ve DC'den bağımsız olmasıdır. Tabii bu demek değil ki başladığım serilerin devamı gelmeyecek. Bildiğiniz gibi Sandman'in ilk cildi hakkında da bir yazı paylaşmıştım. İthaki tarafından bu ay 5. cildi basıldı. Devam eden bir seri olduğu için ileride çıkacak tüm ciltlerler ile ilgili boş yazılar yazmayı planlıyorum. Tabii bütçem ve zamanım el verdikçe. Neyse fazla uzattım cildimize geçiş yapalım.
  Genel yapısına değinmemiz gerekirse eğer hardcovered olarak Yapı Kredi Yayınları tarafından ilk olarak Nisan 2012'de basıldı. Piyasada 14-18 TL aralığında bir fiyata şu anda bulabilirsiniz. Ama bulabilirseniz eğer. Çünkü piyasada olan baskıları bir hayli azalmış durumda bu yüzden elinizi çabuk tutmanızı öneririm. Gelelim romanımızın içeriğine.
  Hatırlarsanız eğer ilk ciltte en son Takeo ve arkadaşlarının yakalanması ile bitmişti. Tabii bu arada Akuma ve ordusu da imparatorluğa yürümekteydi. Yani en heyacanlı yerinde bıraktık.
Merak etmeyin bu ciltte sonuna ulaşacağız. Tabii ki aklımızda sorular kalarak.
  Amacına git gide yaklaşmakta olan Akuma imparotorluğu artık avuçlarının arasına almıştır. Birliklerinin sayıca üstünlüğü karşısında ise İmparator pes etmemekte kararlıdır. Bunlar yaşanırken Yüce Yalvaç adına ayine başlanılmıştır. Kutsal kan olan Natsumi ile yapılan ayin ters gider. Bu anı fırsat bilen Takeo ve Şiro harakete geçer ve mabedi yıkar. Mabedin yıkımıyla Akuma'nın gücü yok olur ve birlikleri dağılır. Bu şekilde 4 albüm süren hikayemiz sonlanır. Ama cildimiz 3 albümden oluşmaktadır. İlk akbümün sonunda Takeo sonunda en başta abisini aramak üzere çıktığı yola devam eder ve Issız Ada'ya olan yolculuğuna başlar.

  Ada'ya ulaştığında Ada'nın ismi gibi ıssız olmadığını fark eder. Halk bir şekilde hayatına devam etmektedir. Süre gelen bu yaşamın ardında bir lanet yatmaktadır ne yazık ki. Bu sırdan bir haber olan Take ise abisini aramaktadır.
  Arayışları devam ederken kendisini bir etkinliğin ortasında bulur. Abisini araken ilk hikayeden hatırlayacağımız alkolik keşiş ile karşılaşır. Arayışları devam ederken etkinlik hakkında daha çok şey öğrenmeye başlar ve bunun sıradan bir etkinlik olmadığını öğrenir. Bu Nobunaga Klanı'nın her yıl haraç toplamak için yaptırdığı bir etkinliktir aslında. Haraç adı altında bir de duello düzenlenir. Eğer ada halkının seçtikleri şampiyon duelloyu kazanırsa haraçtan yırtacaklardır. Aksi taktirde her yıl olduğu gibi bu yılda ödemek zorundadırlar. Tüm bunlar yaşanırken Takeo bir anda kendini efsane samuray Şobei'nin karşısında bulur. Kıran kırana edecekleri mücadele öncesi bir takım olaylar gelişir.
  Yine görsel şölene ve harika olay kurgusuna maruz kaldığımız bu ciltte bir kez Takeo bizi kendine hayran bıraktırıyor. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.



19 Eylül 2018 Çarşamba

Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli Kanık


  Son günlerde bir takım yolculuklar yaptım. Uçakta okumak için kısa sürecek bir kitap arayışına girmiştim. Orhan Veli'nin bu güzel kitabını buldum. Hazır okullar açılmış tenefüslerde, yollarda okuyacak kısa bir kitap arıyorsanız ''Hoşgör Köftecisi'' bu ihtiyacınıza hınzır gibi yetişiyor. Orhan Veli'nin seçilmiş hikayelerinden oluşan bu kitapla güzel zaman geçireceğinizi temin ederim.
  Kitabımız ilk olarak 2012 yılında basılıp 64 sayfa olmaktadır. 3-5 TL aralığında bir fiyata bulabilirsiniz. Bu fiyatı görünce şaşırmış olabilirsiniz. Bir YKY standartı olarak Türk klasiklerini uygun bir fiyata alabilirsiniz.
   Kitabımız 7 hikaye ve 1 anketten oluşmaktadır. Bunlar farklı zaman dilimlerinde yazılmış ve farklı yerlerden toplanmıştır. Hikayeler ile söyleyebileceğim pek bir şey yok ne yazık ki. Lakin alıntılarla önemli noktalara değinebilirim.
  İkinci hikaye olan ''Baharın Ettikleri''ne biraz değinmek istiyorum. Orhan Veli dolu bir betimleme ile kalıplaşmış tabirlere karşı çıkıyor. Hikayeden bir alıntı ile onun bu düşücesini inceleyelim.

  ''Hikayede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da alışılmış, bıkılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyacanları gibi gösteren hikayelerden ilallah dedik artık. Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var.''

  Bu sözlerden ben günümüz ''Wattpad Edebiyatı'' izlerini görüyorum. Günümüz popüler kültürünün bir eleştirisi gibi sanki. Tabii veli artık o kadar dolmuş ki o dönemde bu sözleri söyelemiş. Eminim sizler de bu alıntıdan kendinizce bir şeyler çıkaracaksınız.
  Biraz da ''İşsizlik'' adlı hikayesine değinmek istiyorum. Burada Veli'nin iç dünyasına bir yolculuk yapıyoruz. Günümüzde olan ''işsizlik'' kavramını 1949 yılında işlemiş. Olaydan olaya atladığı ve yazarlağı bu hikayeye bir anada kendinizi kaptırabiliyorsunuz. Hikayede Veli her şeye burunu sokarak da bizleri eğlendirebiliyor.
  Son olarak ''Orhan Veli Edebiyat Hakkında Konuşuyor'' adlı ankete değinmek istiyorum. Bu benim için kitaptaki en önemli yazı. Çünkü Veli'nin saf düşüncelerini öğreniyoruz burada. 1947 yılında yapılan bu ankette Veli, dönemin genç yazarlarını değerlendiriyor. Bunlar arasında Yahya Kemal, Sait Faik, Orhan Kemal, Oktay Rifat gibi yazarlar var. Hatta anketi yapan bir ara ''Halide Edip'e ne dersiniz?'' diyor soruyor. Bunun üzerine Veli ''İş yok...'' diye cevap veriyor.
  Anketi yapan Bahadır Dülger'in son sorusu memlekette gelişmekte olan edebiyatın hangi vasıfta olması gerektiği üzerine oluyor. Buna Orhan Veli şöyle cevap veriyor:

  '' Ben sa­nat­la ede­bi­ya­tı bir­bi­rin­den ayı­rı­yo­rum ve şi­iri sa­na­ta so­ku­yo­rum. Ro­man, hi­kâ­ye ve ti­yat­ro ede­bi­yat çer­çe­ve­si içi­ne gi­ri­yor. Fi­kir sa­nat­ta yer ala­mı­yor. Ama, ede­bi­yat fik­re da­ya­nı­yor. Bu iti­bar­la ede­bi­ya­tın halk kit­le­le­ri­ne bir şey­ler söy­le­me­si la­zım. Okur-ya­zar­la­rı hal­ka doğ­ru gö­tü­ren bir ede­bi­yat is­te­rim. Ya­ni ede­bi­ya­tın ço­ğun­lu­ğa hi­tap et­me­si­ni is­ti­yo­rum. Ço­ğun­luk oku­yup an­la­ma­lı­dır. An­la­ya­bil­me­si için de ede­bi­yat­ta ken­di me­se­le­le­rin­den bah­se­dil­me­si la­zım... Bu­gün­kü dün­ya­da ço­ğun­lu­ğu fa­kir halk teş­kil edi­yor. De­mek ki ede­bi­yat da on­la­rın ede­bi­ya­tı ola­cak­tır. Kah­ra­ma­nı­nı onun için­den se­çe­cek, ha­ya­tı­nı o ha­ya­tın için­den ala­cak ve ara sı­ra onun me­se­le­sin­den bah­se­de­cek­tir. Biz­de bu te­lak­ki­de bir ede­bi­yat üze­rin­de ça­lı­şan­lar var. Bun­la­rın bir­ta­kım ku­sur­la­rı gö­ze çar­pı­yor. He­nüz mü­kem­mel de­ğil­dir­ler. Fa­kat ay­nı yol­dan yü­rü­ye­cek olan ede­bi­yat­çı­lar bu işi da­ha mü­kem­mel bir ha­le ge­ti­re­bi­lir­ler. Bu­nun için şart­lar­dan bir ta­ne­si de di­lin ko­nu­şu­lan dil­den aza­mi de­re­ce­de fay­da­lan­mak su­re­tiy­le zen­gin­leş­ti­ril­me­si­dir. Di­li ke­li­me­le­re kar­şı­lık bul­mak­tan iba­ret sa­yan Dil Ku­ru­mu gi­bi mü­es­se­se­ler var, bun­la­rın yo­lu yan­lış­tır. Di­lin zen­gin­leş­me­si­ni mü­es­se­se­ler­den de­ğil, sa­nat adam­la­rın­dan bek­le­me­li­yiz.''

  Bu sözler Türk Edebiyatı için gerçekten çok önemli. Çünkü günümüz edebiyatına baktığımız boş kitaplar görüyoruz. Eğer bu yazıyı okuyorsunanız ne tür kitaplardan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Herkes Orhan Veli'nin bu sözlerine kulak vermeli ve edebiyatımızı geliştirmek adına gerekli adımları atmalı. Bir boş yazımızın daha sonuna geldik esenle kalmanız dileği ile görüşürüz.

 

15 Eylül 2018 Cumartesi

Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Victor Hugo


  Uzun soluklu çizgi roman yazılarımızdan sonra 19. yüzyıl Fransız edebiyatına bir dönüş yapmamın zamanı geldi sanırım. Ama bu çizgi romanları bıraktığım manasına gelmiyor elbette ki. Bugün Victor Hugo'nun hümanizmi derinlemesine yaşattığı ''Bir İdam Mahkumun Son'' eseri hakkında biraz boş konuşacağım. Peki okumak için neden bu kitabı seçtim? Bunu seçtim, çünkü ''idam'' konusu hala ülkemizde konuşulmaya devam ediyor. Gündemden bir türlü düşmeyen bu konu üzerine bu kitabı okumam gerektiğini düşündüm.
  Kitap hakkında konuşmadan önce kitabın yayınlandığı dönem hakkında biraz fikir sahibi olmamız lazım. Kitap 1829 yılında yani büyük Fransız Devrimi'nin kırkıncı yılında çıktı. Beklendiği üzere kitap başta olumlu karşılanmadı tabii ki. Kitap da belli olduğu üzere giyotin ile ilgili. Yaşadığı dönemde çocuktan yaşlıya, fakirden zengine kadar herkesin idam cezalarını zevkle izlediğini fark etmiştir. Bunu üzerine Victor Hugo'nun da giyotini ''Devrimlerin yok edemediği kaide'' diye nitelendiriyor. Hugo kitapta açık olarak cezayı verip insanı yok etmenin yerine, suçluları iyileştirmeyi öğütlemektedir. Hem o dönemde olduğu gibi hem de şimdi bizim ülkemizde oluğu gibi de toplumun düzenini sağlamak için bu cezayı, bir caydırıcılık ögesi olarak görülmektedir. Görülür ki idam, Hugo bu kitabı yazdıktan tam 152 yıl sonra Sosyalist Partinin iktidarı sayesinde kalkmıştır. Peki giyotin ya da genel tabiri ile idam, gerçekten caydırıcı mıydı? Elbette ki hayır, bu 152 yılda suçta kayda değer bir azalma görülmemiştir. Bu kitap Hugo'nun ''sefil'' kelimesini eserlerinde ilk kez kullandığı kitaptır. Kitabı eğer okuyacaksanız ya da okuduysanız lütfen kitaba uygar, hümanist bir insan olarak bakın.
  Kitabın boşluğuna kapılmadan önce hakkında yazacağım kitabın Can Yayınlarına ait baskısı ve Erhan Büyükakıncı'nın çeviri olduğu söylemem gerekiyor. Can yayınlarına göre 132 sayfa lakin ön sözler ile 150 sayfaya kadar ulaşmaktadır. Piyasada 8-10 TL arasında bir fiyata bulabilirsiniz. Klasik Can yayınları kalitesinde ve ölçülerinde olmaktadır. Dönemi daha iyi algılayabilmeniz için kitaptan anlamlı bir alıntı ile kitabın boşluğuna adımımızı atıyoruz.

  ''Sömürgeler, bir idam kararı bir kölenin ölümüne neden olursa, adamın sahibine bin franklık tazminat ödenmektedir. Ne! Sahibin zararını karşılıyorsunuz da, aileye tazminat vermiyorsunuz! Peki, burada da bir insanı ona sahip olanların ellerinden almıyor musunuz? Sahibini karşısındaki bir köleden daha kutsal bir konumda, babasının varlığı, karısının serveti, çocuklarının eşyası değil mi?''

  ''İdam mahkûmu!''
  Kendisi güzel bir Ağustos sabahı mahkemesine gitmesi ile her şey başlar. Aslında bilir ki idam cezası alacaktır. Ama onun için bu o kadar önemli bir şey değildir. Çünkü idam cezası almazsa eğer kürek cezası alacaktır. Bilir ki yıllarca kürek çekmektense bugün ölmeyi yeğler. Beklendiği üzere de idam cezası verilmiştir. Sonu Grève Meydanında sonlanacak olan yolculu böyle güzel bir günde başlamış oldu. Başta idam cezasına razı olsa da şimdi kabullenemiyor ve dünyayı onun için bambaşka bir hal almıştır. Ne düşüneceğini ne yapacağını bilememektedir. Kendine geldiğinde ise şunları düşünmüştür:

  ''Neden olmasın? Çevremdeki her şey durağan ve renksiz olsa da benim içimde kopan bir fırtına, bir çatışma, bir trajedi yok muydu? Benliğimi saran bu saplantı, günü her saatinde, her anında, yepyeni bir biçimde; infaz vakti yaklaştıkça daha da iğrenç ve daha da kanlı biçimde çıkmıyor mu karşıma? İçimde bulunduğum bu terk edilmişlik ortamında hissettiğim şiddetli ve anlamsız her şeyi neden kendime anlatmayı denemeyeyim? Kuşkusuz anlatacağım çok şey var ve ömrüm ne kadar kısa olursa olsun, içinde bulunduğum bu saatten son dakikama kadar onu dolduracak kaygılar, mürekkep hokkasını boşaltacak değerde bir şeyler olacaktır. Zaten bu kaygıların yol açtığı acıları azaltmanın yolu onları incelemek olacaktır ve onları dile getirmek beni oyalayacaktır.''

  Mahkumumuzun iç dünyasına yaptığımız bu girişimden sonra yazımıza devam edebiliriz. İnfaz gününü beklemek üzere bir hücreye kapatılır ve düşünceleriyle birlikte geçireceği günler başlamış olur. Genel olarak dünyaya dair herhangi bir kaygı ya da özlem çekmemektedir. Tek bir şey dışında. Zavallı küçük kızı Marie. Ne annesi ne de karısına dair tek bir şey beslemeyen kızı için sonsuz sevgi beslemektedir. Lakin bu sevgi ileride karşılıksız kalacaktır. İlerleyen günlerden kendisini ölüm korkusu sarmıştır ve en son razı olacağı şey olan kürekçiliği kabullenmiştir. Gidip gelen ruh halleri ve hücrenin etkiyle zayıflamaya başlamıştır. Diğer mahkumlarla ve gardiyanlarla olan sohbetleri de bu durumu ilerletmektedir. Kaçma planları yapmaya başlamıştır lakin ölümün gelişi kesindir.
  Mahkemeden başlayıp giyotine kadar uzanan bu içsel dünyada hümanizmi derinlemesine yaşayacaksınız. Kendinizi mahkumumuzun yerine koyacak ve idamın verdiği etkiyi sonuna kadar hissedeceksiniz. Bu kitabı sakin bir kafa ile okumanızı öneririm. Umarım idamın ciddiyetini anlarsınız. Bir boş yazımızın daha sonuna geldik esenle kalın.

9 Eylül 2018 Pazar

Batman - Gülen Adam


 Bugün uzun zamandır piyasada göremediğimiz bir çizgi romanla birlikteyiz. Batman: Gülen Adam namı değer The Man Who Laughs. İlk olarak 2005 yılında Türkiye'de ise 2014 yılında JBC tarafından yayınlandı. Tabii Joker ile ilgili olan her çizgi romanda olduğu gibi bunda da bir anda tükendi ve karaborsası oluştu. 60-70₺ gibi fiyatlardan başlayıp 250₺ gibi bir fiyata kadar yükselebiliyordu. Neyse ki JBC Temmuz ayında 2. baskısı ile bizleri mutlu etti ve karaborsayı da bitirdi. Tabii ki koleksiyoncular hala 1. baskı peşinde lakin okuyucular bu durumdan memnun görünüyor. Daha önce İngilizcesini okuduğum bu çizgi romanın hazır yeniden basılmışken hakkında biraz boş konuşayım, diye düşündüm. Peki bu çizgi romanı bu kadar önemli yapan nedir? Aslında bu 2 tane çizgi romandan oluşan bir cilt. Birinci çizgi roman ''Joker'' karakterinin Batman ile ilk tanışmasını ve onun ilk eylemlerini konu almakta. İkinci çizgi roman ise Batman ile Alan Scott yani ilk Green Lantern'ın eski bir dava üzerine çalışmalarını konu almakta. 
  Cildin genel yapısına değinelim biraz. 144 sayfadan oluşup
ortalama çizgi roman boyutlarında(17X24) olmaktadır. Şu anda piyasada 25-28₺ gibi fiyatlara bulabilirsiniz. JBC'nin standart kalitesinde olup güzel bir çeviriye sahip. Ed Brubaker tarafından yazılmış, Doug Mahnke ve Patrick Zircher tarafından çizilmiş, Doug MahnkeAaron Sowd ile Steve Bird tarafından tarafından çinilenmiş ve de David Baron ile Jason Wright tarafından renklendirilmiştir.
  1 çizgi romana başlamadan önce okumanız gereken bir çizgi roman daha var. Joker'in en popüler olduğu çizgi romanlardan biri olan Batman: Öldüren Şaka(Killing Joke). Şu anda piyasada bulunmayan bir çizgi roman. Ama internet üzerinden okuyarak ya da animasyonunu izleyerek de açığı kapayabilirsiniz.
  Her şey James Gordon ve diğer memurların bir takım cesetler üzerine bir binayı araştırmaları ile başlıyor. Lakin cesetler normal değiller. Bir gariplik var. Bir takım zehir tarafından öldürülmüşe benziyorlar. Tabii Batman böyle garip bir olaya hiç ilgisiz kalır mı? Hemen olayın içine atlıyor. Mizah bir yana gerçekten de Gordon'ın yanına atlayarak geliyor. Cesetleri araştırırken televizyona beyaz tenli, yeşil saçlı bir adam çıkıyor. Küçük bir konuşmadan sonra Henry Claridge ile başlayacak olan seri cinayetlerinin haberini veriyor. Bunun üzerine Batman Red Hood'u da kapsayan derin bir araştırmanın içine giriyor. Biz ne olduğunu anlamadan Bruce Wayne'in hayatını da kapsayan bir maceranın içinde kendimizi buluyoruz.
  2. çizgi romanımız 1940 yılına dayanan çözülememiş bir dava ile ilgili. Bu dava Batman'den önce Gotham'ı koruyan kahramanımız ilk Green Lantern Alan Scott ile ilgili. Dava, ortaya belirsiz bir cesedin bulunması ile gün yüzüne tekrardan çıkıyor. Batman ve Gordon cesedi araştırmaya başlıyorlar. Scott, uzun zamandır ortalıkta görülmeyen bir efsane ve cesedin ortaya çıkışı ile olaylara dahil oluyor. Romanımız Scott'ın geçmiş ile yüzleşmesi, Gordon'ın yaşlılığının ve sakatlığının verdiği zorluklar ile sınanması, Batman'in dedektiflik yeteneklerinin sorgulaması gibi bir takım olayları etkileyen durumlar dahilinde işleniyor.
  Tek solukta okuyacağınız bu iki çizgi roman yoğun hayatınzda size harika kaçamaklar olacak. Hazır yeniden basılmışken bu cildi kütüphanenize eklemenizi şiddetle öneriyorum. Tabii başta belirttiğim gibi şimdi de altını çizerek söylemem lazım ki bu cildi okumadan önce Batman: Öldüren Şaka(Killing Joke) okunması ya da izlenmesi gerekmekte. Bir boş yazımızın daha sonuna geldik herkese serin günler diliyorum, esenle kalın.





TEKER TEKER 
ÇAĞRIMA KULAK VERECEKLER
SONRA BU AHLAKSIZ ŞEHİR
DÜŞÜMÜN PEŞİNDEN GELECEK

 

   

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Sandman Prelüdler & Noktürnler Neil Gaiman DC/Vertigo

  Bayram bitti, işe başlandı,tatilin etkisinden bir türlü çıkılamadı. İşe, okula ya da her neye başladıysanız ondan kaçacak yer mi arıyorsunuz? Kahvenizi ya da çayınızı yudumlarken ülkenin sorunlarından uzaklaşmak, dün gece izlediğiniz dizi/film olaylarını düşünmek istemiyorsanız. ''Sandman'' işte tam bu noktada arayışlarınıza cevap veriyorlar. Sevgili okuyucular, bugün sadece bir çizgi roman efsanesini değil başlı başına bir şaheseri değerlendireceğiz.
  Blog'da yine Neil Gaiman'ın yazdığı Siyah Orkide'ye dair bir yazım bulunmakta, ona da göz atmanızı öneririm. Severek ve tek solukta okuduğum bir çizgi romandır. Lakin Sandman öyle değil. 10 ciltten oluşan  korku, gerilim, fantastik bir çizgi roman serisidir. Amerikan Tanrılarını okurken ya da izlerken zevk aldıysanız eğer bunda kendinizden geçeceksiniz.  Benim tavsiyem 16 yaşının altındaki kişilerin okumaması yönündedir.
  1. cilti yapı olarak incelemeye başlayalım. İlk olarak DC adı altında olarak 1989 yılında Neil Gaiman tarafından yazılmış Sam Kieth, Mike Dringenberg ve Malcom Jones III tarafından çizilmiştir. Ülkemizde ilk olarak Laika yayıncılık tarafından basılda daha sonra ise İthaki yayınları bastı. Açık konuşmak gerekirse İthaki çok güzel bir iş çıkarmış. Gerek çeviri olsun gerek baskı kalitesi, zevkle okunabilecek bir hale getirmişler. Piyasada 24-27 TL aralığında fiyatlara bulabilirsiniz. Her yazıda değindim gibi bu yazıda da değineceğim. Yazıda herhangi bir spoiler bulunmamaktadır. Romanı size tanıtmak ve ilgi oluşturmak amacıyla yazıyorum. Azıcık bile ilginiz olursa okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Romanımızın içeriğine değinelim öyleyse artık.
  Yıl 1916, Roderick Burgess ve Kadim Gizemler Tarikatı kendi emellerini gerçekleştirmek için bir ayin düzenlerler. Bu ayini Magdalene'nin Büyü Kitabı'nı kullanarak gerçekleştirirler. Amaçları Ölüm'ü çağırmak ve onu kendi emelleri için kullanmaktır. Ama işler planladıkları gibi gerçekleşmez. Çağırdıkları yanlış kişidir. Düşler ve Kabuslar Aleminin Efendisi, Prens Morpheus'u yani Sandman'i çağırırlar. Umdukları varlık değildir bu ama Morpheus yanında üç tane önemli alet de getirmiştir. Bunlar kum kesesi, miğfer ve yakuttur. Tarikat bunlara el koyar ve Morpheus'u hapsederler. Tabii Morpheus'un hapsi birçok sorunu da ardından getirmiştir. Dünya çapından insanlar uykularında kabuslar yaşamakta ve uyuyup bir daha uyanmayan insanlar olmaya başlar. 70 yıl boyunca hapis kalan Morpheus kurnazca bir hamle ile hapsinden kurtulur. Ama hapis kaldığı süre içerisinden zayıflamış, güçlerinin kontrolünde zorluklar yaşmaktadır. Her şeyi düzene koymak eski haline geri getirmek için aletlerine ihtiyacı vardır. Ama aletler fanilerin aracılığı ile elden ele dolaşmıştır ve tek başına bulması mümkün değildir. Önce Habil ile Kabil ile görüşür daha sonra ise  Hekate'ye başvurur. Üç olan birden, üç aleti için yardım alır. Aletlerini bulmadaki yolculuğu bu şekilde başlar. İnsanlar ile yüzleştiği, cehennemdeki yolculuğu ve Doctor Destiny ile savaştığı bu ciltte önemli bir ders öğrenir.
  Birazcık merakınız oluşuysa eğer yarın okumaya başlamalısınız.
Okumdan önce Hristiyanlık ile ilgili önemli olaylara ve karakterlere bakmanızı öneririm. Daha sonra Justice League'in Doctor Destiny ile olan savaşı ve yakalanışı hakkında bilgi sahibi olmanızın size zararı olmaz. Tabii ki bunları bilmeden de okuyabilirsiniz ama okurken bakış açınızı etkileyebilecek bilgiler bunlar. Bir boş yazımızın daha sonuna daha geldik esen diliyor ve sizleri bu sözler ile baş başa bırakıyorum.


  Ölüm çıktı karşıma bugün:
  Hasta bir adamın ayağa kalkması gibi,
  Hastalıktan sonra bahçeye çıkmak gibi.

  Ölüm çıktı karşıma bugün:
  Tıpkı mührün kokusu gibi,
  Tatlı bir rüzgarda
  Yelkenin altında oturmak gibi.

  Ölüm çıktı karşıma bugün:
  Bir akıntının seyri gibi,
  Bir adamın savaş gemisinden
  Eve dönüşü gibi.

  Ölüm çıktı karşıma bugün:
  Senelerce tutsak kalan adamın,
  Gözünde tüten yuva gibi.

21 Ağustos 2018 Salı

Samuray(Samurai) - di Giorgio, Genêt

  Bu yazı Kurban Bayramının ilk gününe denk geldiği için okuyanlardan af dilerim. Bayramdan birkaç gün öncesine yetiştirmek istiyordum lakin yoğunlukta dolayı bugüne kaldı. Bayramda DC-Marvel yoğunluğundan sıkılanlar için biraz tarz değiştiriyoruz. Espriler, renkli çizimler ve güçlü karakterler gibi şeylerden uzaklaşarak kendimizi içi dolu çizgi romanlara bırakalım.
  İlk güne Samuray(Samurai) çizgi romanı ile başlıyoruz. Jean-François di Giorgio tarafından yazılan ve Frédéric Genêt tarafından renklendirilen bir çizgi romandır. Pek bilindik kişiler değiller. Sadece ülkemizde değil dünyada da pek bilinmiyorlar. Ama bu onları kötü yapmıyor. Bunu da onunla ilgili bu yazının varlığından anlayabiliyoruz. Kendileri 3 albümden oluşup 144 sayfa barındırıyorlar. YKY tarafından Türkiye'de ilk kez Mayıs 2011'de basıldı. Kalın kapaklı ve bir YKY klasiği olarak kaliteli bir yapıya sahip. Piyasada 16-18 TL gibi fiyat aralığında bulabilirsiniz. Çizimleri genel hatlarıyla beğendim. Ama yüzler bazen duygudan yoksun kalıyor. Çizim tekniğinin verdiği dezavantaj olsa gerek olaydan kaynaklı durumdan, açılardan, renklendirmelerden kaynaklı olarak yüzler istenen duyguyu veremiyor. Bu aslında pek sorun yaratacak bir şey değil ama çizimlere benim gibi dikkat eden birsi iseniz sizi rahatsız edebilir. Alışageldik 80'ler ve modern DC-Marvel çizimlerinden farklı olarak karşımıza daha çok karikatürize çizimler çıkıyor.  Peki bu olay örgüsünü olumsuz yönden
etkiliyor mu? Kesinlikle hayır! Tek seferde zevkle okuyacağınız ve bir sonraki kareye zevkle geçeceğiniz bir çizgi roman. Bu uzun açılıştan sonra hadi romanımıza geçlim.
  Romanımız Ronin Takeo ve yoldaşı Şiro üzerinden ilerliyor. Takeo ve Şiro İsimsiz Adaya yaptığı yolculuk esnasında son durakları olan Gumma Köyü'ne varırlar. Orada bir gruba yapılacak olası bir saldırıyı engellerler. Bunun üzerinde grubun yaşlısı onlara minnet borçlarını ödemek üzere hana davet eder. Büyükler konuştuğu sırada grupta bulunan küçük kız Natsumi'ye oynasın diye ''Yalvaç Yüreği'' adı verilen bir bulmaca verilir. Lakin beklenmeyen bir olay gerçekleşir ve Natsumi bu bulmacayı çözer. Bilinen bir kehanete göre bu kötü bir şeyin habercisidir. Takeo, Şiro, Natsumi ve Natsumi'nin ablası Kinu yolculuğa bu olaydan sonra başlar. Peki her şey bundan mı ibaret? Bir oyuncağın ne ilgisi var bunlarla? Sıra romanımız kötü karakteri Akuma'ya geldi.
  Akuma bundan 16 yıl önce bir harabe keşfeder. Bu o kadar önemli bir keşiftir ki ardından büyük bir gücü getirecektir. Yalvaç Yüreği de tam bu noktada devreye giriyor. Bu güce ulaşmanın anahtarı bulmacayı çözen Natsumi. Akuma, Nutsumi'ye ulaşabilmek ve gücü elde edebilmek Gölgeninin Üç Kızını ve ordusunu kullanmaktadır. Tabii imparatorluk olanlardan ve Akuma'dan nasibini de almaktadır. Öyle ki bir iç savaşın ilk esintileri görülmektedir.
  Romanımız temelinde bunları anlatmaktadır. Bildiğin üzere yazılarımda hiçbir ''spoiler'' bulunmamaktadır. Bu yüzden birazcık bile ilginiz oluştuysa kesinlikle okumanızı öneririm.   Kitap her ne kadar 12 yaş ve üzeri için olduğu söylense de ben 16-18 yaşının altındakilerin okumasını önermiyorum.
  Velhasıl kelam herkese iyi bayramlar ve bol okumalar dilerim.  Sevdiklerinizle güzel günler geçirmeniz dileği ile bir sonraki boş konuşmamızda görüşmek üzere esen diliyorum.

 

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Batman Hush - DC İncelemesi

  Gerilim dolu Siyah Orkide'den az gerilimli Batman Hush'a hoş geldiniz. Hemen çizgi romanı genel hatlarıyla değerlendirerek yazımıza başlayalım.
2002 yılında ödüllü yazar Jeph Loeb tarafından yazılan, Jim Lee ve Scott Williams tarafından çizilen bir çizgi romandır.
320 sayfa olup ülkemizde JBC tarafından 2016 yılında basılmıştır. 36-40 TL gibi fiyatlara bulabilirsiniz.
  Roman,  Lex Luthor'un başkan olduğu, Batman'in Gotham'da saygınlığının zirveye ulaştığı, polisin artık Batman'e sesini çıkaramadığı bir dönemde geçiyor. Baş komiser Gordon emekli olmuş, Batman'in duygusal açıdan en zayıf olduğu dönemlerde romanımız kendini bize gösteriyor.
  Roman, Killer Croc'un daha önce hiç yapmadığı bir şekilde küçük bir çocuğu fidye için kaçırmasıyla başlıyor. Karşısında değişmiş ve güçlenmiş bir Croc bulan Batman yanlış bir şeylerin olduğunu anlıyor. Zorlu bir mücadelenin sonunda çocuk kurtuluyor ama polisin getirdiği para kayboluyor. Batman, her zaman olduğu gibi kimin tarafından çalındığını biliyor. Çatılarda Catwoman'ı takip ederken bir kaza geçiriyor ve metrelerce yükseklikten öldürücü bir şekilde yere çakılıyor. Eski arkadaşı olan Thomas Elliot sayesinde bu ölümcül kazadan kurtuluyor. Uyandığında bilmediği bir şey vardı. O da karşı karşıya olduğu yeni bir düşman değildi. Geçmişiydi...
  Batman'in bu çizgi romanı, serilerden bağımsız bir şekilde oluşturuldu. Ama okumadan önce Batman Killing Joke'u okumanızı ve Batman ile ilgili karakterler hakkında bilgi sahibi olmanızı öneririm. İsterseniz New52'de bulunan Batman serilerini de okuyabilirsiniz.
  Ben çizgi romanı beğendim. Bir günde aralıklarla okudum. Tek solukta okunacak bir çizgi roman değil. Konusu bir Batman çizgi romanı olmasına rağmen sizi kendisinden kopmasına sebep olabiliyor. Çizimler tek kelime ile ''Harika!''. Tam bir görsel şölen.
  İki sıkıntılı yanından birine değindik. Konunun diğer Batmanlere göre ağır işlemesi diğeri ise bölüm sonlarında aklınızda sorular kalabiliyor. Tabii bu soruların bazılarına ileride cevap buluyorsunuz lakin cevapsız kalan sorular, çizgi romanın sonunda canınızı sıkabiliyor.
  Sonuç olarak Batman Hush tatile gidecekseniz, evde istirahat edecekseniz, uzun yola çıkacaksanız yanınıza alıp okuyabileceğiniz bir roman. Meşgulseniz okumayın. Çünkü her bölüm bir birinden önemli ve unutursanız üzülebilirsiniz. Bir sonraki boş konuşmamızda görüşmek üzere esen diliyorum.


9 Temmuz 2018 Pazartesi

The Founder(2016)


  The Founder 2016 yılının Aralık ayında, ülkemizde ise 2017 yılının Mart ayında çıkmış biyografi ve dram temelli bir filmdir. 1 saat 55 dakikadan oluşan bu film IMDb'de 7.2 puana sahip. Yönetmenliğini John Lee Hancock'un üstlendiği, baş rollerde Micheal Keaton, Nick Offerman, John Carrol Lynch gibi sinema dünyasının bilindik isimlerinin oluşturduğu bir Amerikan filmidir.
  Filmimiz bize kapitalizm denince akla ilk gelen isimlerden biri olan ''McDonald's''ın nasıl var olduğunu ve büyüdüğünü anlatıyor. McDonald kardeşleri Nick Offerman ve John Carrol Lynch canlandırıyor. Ray Kroc'u ise Micheal Keaton. Film dışarıdan şirketin kuruluşunu anlatıyormuş gibi görünse de aslında şirketin nasıl yayıldığını anlatıyor.
  Kapakta bulunan Keaton abimiz rolün altından harika bir şekilde kalkmış ve Ray Kroc'un kişiliğine güzel bir şekilde bürünmüş.
  Filmimiz mikser satmaya çalışan Kroc abimizin yolculukları ile başlıyor. Bir gün tesadüfi denilebilecek bir olay ile McDonald kardeşlerin restoranlarını keşfediyor. Filmimiz de tam olarak burada başlıyor. Kroc kardeşlerin bulduğu ''hızlı servis sistemi'' ve isminin arkasında yatan potansiyeli görüyor, bunun için ilk adımlarını atmaya başlıyor. Kardeşler ''McDonald's'' ismini ve yarattıkları düzeni korumak için Kroc'a bir sözleşme imzalatıyorlar. Bu sözleşme Kroc'un ayağını bağlıyor. Lakin bu sözleşme onu yıldırmıyor ve hırsını arttırarak şirketi büyütmeye devam ediyor ve olaylar gelişiyor.
  Filmin konusuna az çok değindik. Peki bu film izlenmeli mi? McDonalds ile ilgili azıcık merakınız varsa bu filmi kesinlikle izlemelisiniz. Öyle ki bu film üniversitelerde ders niyetine izletilmesi gereken bir film. Ray Kroc'dan bir söz ile bitiriyor, bir sonraki boş konuşmamızda görüşmek üzere esen diliyorum.

  ''Nothing's more common than unsuccessful men with talent. Genius won't. Unrecognized genius is practically a cliche. Education won't. Why the world is full of educated fools. Persistence and determination alone are all powerful.''

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Doppler - Erlend Loe

  2004 yılında Erlend Loe'nun yazdığı Türkiye'de Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan 124 sayfadan oluşan bir roman. Aslında roman dememiz pek doğru olmaz. Çünkü daha çok popüler kültürün yeni meyvelerinden olan ''uzun öykü'' bölümünün üyelerinden biri. Kitabın ölçüleri 13.5 x 21 cm. Piyasada 6.5-8 tl gibi fiyatlara bulabilirsiniz. Dilek Başak çeviride güzel bir iş çıkarmış. Okurken gözünüze batan pek bir şey ile karşılaşmıyorsunuz. Yazar bölümlerini farklı aylar içerisinde ayırmış. Her bölüm o ay içerisinde kahramnızın neler yaşadığı hakkında.
  ''Bu kitabı okumanızı şiddetle öneriyorum.'' tarzı bir cümle kurmayacağım. Çünkü bu kitap canınız sıkıldı ama tek solukta okunacak öykü-roman arıyorsanız eğer okuyabileceğiniz bir kitap. Kitabın içeriğine değinmeden önce yazar hakkında bilgilenmemiz gerekiyor. Çünkü ileride karşılaşacağımız baş karakter, bir nevi yazarımızı yansıtıyor.
  Erlend Loe 1969 doğumlu Norveçli bir yazar arkadaşımız. Kendisi Oslo'da yaşıyor. Daha çok çocuk kitapları ve senaryo yazmasına karşın roman da yazıyor. Günümüzde popüler olan bir yazar.
  Şimdi kitabın içeriğine değineceğiz ve neden yazar hakkında bilgi edindiğimizi anlayacağız. Kitap, baş karakterimiz olan Andreas Doppler'ın belli bir dönem içerisinde başında geçenleri kahramanın bakış açısından(birinci tekil) anlatıyor. Karakterimiz 21. yüzyılın ideal erkek modelini yansıtıyor. Başarılı bir kariyer, iyi bir baba ve bir kadının isteyebileceği fiziki-manevi yönden yeterli bir erkek modeli. Sağcı karşıtı ama solcu değil. Ailesi ile birlikte Oslo'da yaşıyor. Buraya kadar baş karakterimizi tanıdık. Kendisi bir nevi yazarımızı yansıtıyor ya da yazarımızın sahip olmak istediği bir gerçekliği. Bunu ne yazık ki ona sormadan bilemeyeceğiz.
  Bir gün ormanda her zaman ki gibi bisiklet sürüşünü yaparken bir kaza geçiriyor ve yeni bir dünya görüşüne ulaşıyor. Bu kazadan sonra ormanda yaşamaya başlıyor. Bu yaşamı temelinde insanlığın başlangıcına dönüşünü esas alıyor. Örneğin: insanların eskiden olduğu gibi ihtiyaçlarını takas sistemi ile gidermesi gerektiğine inanıyor ya da çocukların büyürken aileleri tarafından yönlendirilmemesi, özgür bırakılması gerektiğini savunuyor. Bu düşünceleri yaşarken Bongo adını verdiği bir geyik ile tanışıyor. Bu tanışma hayatını farklı bir yörüngeye getiriyor ve olaylar gelişiyor.
  Sonuç olarak kitap okunabilir ama kesinlikle okumanıza gerek yok. Eğer bir gün kendinizi boşlukta hissederseniz kitabı okuyabilirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum. Bir sonraki boş konuşmamızda görüşmek üzere esen kalın.

     

1 Temmuz 2018 Pazar

Siyah Orkide(Black Orchid) - Neil Gaiman, Dave McKean İncelemesi


 Başlamadan önce genel hatlarıyla değerlendirelim. 178 sayfa ve ortalama çizgi roman sayfaları ölçülerinden büyük(16,5x26). Neil Gaiman tarafında yazılıp Dave McKean tarafından çizildi. 1988 yılında Vertigo bünyesi altında yayınlandı. Türkiye'de İthaki Yayınları tarafından 2018 yılında yayınlandı. 20-24 tl gibi fiyatlarla piyasada bulabilirsiniz. Seksenli yılların genel çizim hatlarını kesinlikle barındırmıyor. Aşina olduğumuz Dave Gibbons çizimini beklerken başta bir hüsrana uğruyoruz. Renkli çizimler yerine koyu tonlar ve silik tiplemeler ile karşılaşıyoruz. Batman: Avrupa çizgi romanını okuduysanız eğer aklınızda bir şeyler oluşacaktır.
  Biraz genel dünyasından bahsedelim. Yazıldığı yılı düşünürsek eğer bariz bir şekilde seksenler döneminin etkisini yoğun bir şekilde çizimlerden ve konuşmalardan hissedebiliriz. DC evreninde geçen çok farklı bir kurguya sahip bir çizgi roman. Baskıcı bir yozlaşmış sistemin güçlü ve Lex Luthor'un başkan olduğu bir evrende işleniyor. Luthor burada alışılan zekası yerine daha çok derin devlet tarzı işleriyle kendini gösteriyor. Okurken birçok DC ve Vertigo'dan tanıdığımız kişiler ve ikonik yerlerle karşılaşıyoruz.
Okumadan önce Batman ve Swamp Thing'i gözden geçirmenizi öneririm.
  Romanımız ilk sayfalarında bir süper kahramanın zalimce yakılarak öldürülüşü ile başlıyor. Biraz şaşırtıcı değil mi? Süper kahramanımıza değinmeden önce hikayesini anlamamız gerekiyor.
Susan Linden isimli arkadaşımızın eski kocası Carl Thorne(kiralık katil gibi bir şey) hakkında davada ifade vermesiyle hikayemiz başlıyor. Yıllarca hapis yattıktan sonra Carl hapishaneden çıkar ve ilk iş olarak Susan'ı öldürür.  Bu zaman diliminde başka bir yerde ise Dr. Jason Woodrue'nun hocalığını yaptığı Pamela Isley (Poison Ivy), Alec Holland (Swamp Thing) ve Phill Sylvian eğitim görüyorlar. Doğa-bitki üzerine çalışmalar yapan bu arkadaşlar bir süre sonra kendi yollarına gidiyor. Phill insanların doğaya verdiği zararı gidermek için bitki temelli yeni bir insan yaratmaya çalışıyor. Lakin çalışmalarında başarısız oluyor. Daha sonra Susan'ın öldürüldüğünü öğreniyor ve ondan kalan parçalarla çalışmasına devam ediyor ve başarılı oluyor. Siyah Orkide ya da Mayıs Kraliçesi adı ile anılan yeni bir tür oluşuyor ve olaylar gelişiyor.
  Hikaye hakkında az çok bir fikrimiz oldu şimdi bunun okunmaya değer mi olduğunu konuşalım. Vertigo çizgi romanlarına biraz ilginiz varsa kesinlikle okumanızı öneririm. Okumaya başlamadan önce dediğim gibi Batman ve Swamp Thing'in dünyası hakkında biraz fikriniz olmalı yoksa okumayı bitirdikten sonra aklınızda çok fazla soru olduğunu fark edeceksiniz. Bunun için önceden biraz fikir edinin. Çizgi romanın başlarında biraz afallayabilirsiniz. Çizimleri farklı, karakterler farklı... Ama siz okumaya devam edin. Yeni bir dünyanın kapılarını aralayacaksınız. Umarım yardımcı olabilmişimdir. Görüşlerinizi bekliyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere esen kalın.