29 Ekim 2018 Pazartesi

Samuray(Samurai) 3 - di Giorgio, Genêt

  Bu hafta araya bir çizgi roman sıkıştırmak istiyorum. Daha önce Samuray serisinin 1. ve 2. ciltlerini de yayınladığım bir seri ile yine sizlerleyim. Beni kendisine bağlayan Takeo'yu bir türlü bırakamıyorum. Her cilt ''Acaba bir sonrakinde ne olacak?'' sorusunu bana sorduruyor. Her macerası ayrı bir sürükleyiciliğe sahip olan Takeo, bu ciltte de kendini bizi bağlamaya devam ediyor.
  Cildimiz genel yapsına değinelim biraz. Ciltli olması alıştığımız Yapı Kredi Yayınları kalitesiyle önceki ciltlerle aynı kalitede karşımıza çıkıyor. Piyasadan 15-20 TL aralığında fiyatlarla bulabilirsiniz. 
  Gelelim önceki ciltte neler olduğuna. Şobei ile olan duygu yoğunluk düellonun ardından Take, abisi Akio ile yeni bir yolculuğa atılır. Abisini bulmasına karşın Takeo, hala ailesine ve klanına neler olduğunu bilmemektedir. Tüm çabalarına rağmen abisinin ağzından laf alamaz. Küçük yolculuklarında abisi ile anlaşmakta sorun yaşayan Takeo yılmaya başlar. Üstüne üstlük ilk albümden beri bizle olan keşiş ile Akio sürekli Takeo'nun başına sorunlar çıkarırlar. Bu sorunlarla uğraşırken Akio, yakuza ve kumar sorunu çıkarır başlarına. Tüm bu sorunlarla baş etmeye çalışırken Takeo aşık olur. Hem aşkı, hem de Akio ve sorunları ile uğraşırken bir de geçmişten birileri çıkagelir. Ezeli düşmanı olan Gölgenin 3 Kızının son üyesi ve klanını bitiren Ogomo... Her şeyin üst üste geldiği bu macerada Takeo, bir takım önemli kararlar almak zorunda kalacak. Her albümün birbirinden güzel olduğu bu cildi zevkle okuyacağınıza eminim.
  Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında gidip gelen Takeo bu albümlerde çok farklı olaylar ile karşılacak. Ama bu sefer yanında abisi Akio da olacak. Sırt sırta verip sorunların üstesinden gelecekler. Eğer daha okumadıysanız kesinlikle okumanızı öneriyorum. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.

27 Ekim 2018 Cumartesi

İskandinav Mitolojisi - Neil Gaiman

  Herkese merhaba! Havaların soğuduğu bu günlerde kuzeyi ziyaret edelim, diye düşündüm. Karşınızda İskandinav Mitoloji. Neil Gaiman tarafından yazılmış bu kitabı geçen yıldan beklemekteydim. Bu yüzden ciltli baksını aldım, lakin kitabı 17 gün sonra okumaya başladım. Çünkü o arada başka bir kitap okumaktaydım.
  Bildiğiniz üzere son dönemlerde Marvel sağolsun Thor, Loki, Odin gibi mitolojik tanrılar hayatımıza girdi. Benim gibi eski okuyuculardansanız eğer hali hazırda zaten bilgi sahibisinizdir. Ama bu tanrılar ile MCU vesilesiyle tanışanlar var. Eminim ki aranızda Disney-Marvel birlikteliğinden çıkan bu değiştirilmiş tanrılar hakkında gerçekleri bilmek isteyenler var. İşte Neil Gaiman tam bu noktada giriyor. Peki kim bu herif? Bu herif gerek çizgi roman dünyasına, gerek edebiyata yeni bir soluk kazandırmış bir abimiz. Blogda zaten Sandman ve Siyah Orkide gibi eserlerine ait yazılarım bulunmakta. Bir kesim onu Amerikan Tanrıları, Mezarlık Kitabı gibi eserleri vesilesiyle edebiyat dünyasından tanımakta. Ama bugün ne bir romanını ne de bir çizgi romanını ele alacağız. Bugün bize kendisinin uzun süreli araştırmalarının derlenmesi ile hazırladığı İskandinav mitolojisine ait mitler ile karşımıza çıkıyor. Hepimiz Thor'un Mjolnir'inin gerçek hikayesini ya da adına film çekilen Ragnarök gerçeğini merak etmiştir, diye düşünüyorum.  Biraz daha bilgisi olanlar diyarların kurluşunu veya yaşadığımız yer olan Midgard'ın etrafını çevreleyen yılan Jormungundr'u merak etmiştir ki Jormnungundr Loki'nin çocuğu olur. Bunun gibi çok fazla bilgiye ev sahiliği kitabımıza bir alıntı ile giriş yapalım.


  ''Başlangıçtan önce hiçbir şey yoktu: Ne toprak vardı ne gökkubbe, ne yıldızlar vardı ne de gökyüzü. Şekilsiz ve şemalsiz, sisten bir âlem ile durmadan yanan ateşten bir âlemdi var olan.


  Kitabımızın biraz genel yapısına değinelim. Kusura bakmayın incelemem ciltli baskı üzerinden olacak. Kitabımız ilk olarak 7 Şubat 2017 tarihinde çıktı. Ülkemizde ise karton kapaklısı 12 Eylül, ciltlisi de 28 Eylül 2018'de çıktı. Ciltlisini piyasada 30-35 TL aralığında bulabilirsiniz. İtahki sağolsun çok kaliteli bir şekilde basılmış. Genel kitle için büyük bir yazı puntosu seçilmiş. Rahatça okuyabileceğiniz ve gönül rahatlığıyla taşıyabileceğiniz şekilde basılmış.
  Bugün yazıyı farklı bir biçimde yazdım. Çünkü kitabın içeriği hakkında bilgi vermemeliyim. Bu blogu kurarken yola çıktığım ideallerime karşı olur. Ama size şunu söyleyebilirim. Okyanusları içen Thor'u ve hınzır Loki'yi okuma fırsatını kaçırmayın. Şimdiden bazı yerlerden kitabın karton kapaklı baskısı tükenmiş. Yazımı küçük bir alıntı ile sonlandıracağım. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.


  ''Dünyanın sonu Ragnarök'te, yalnızca o zaman Surtr'un yerinden ayrılacağı söylenir. Alevli kılıcıyla Muspell'den yola çıkıp dünyayı ateşe verecek ve tanrılar teker teker onun karşısında canlarını teslim edecek.''

 

20 Ekim 2018 Cumartesi

THE END OF THE F***ING WORLD

  Bu hafta daha önce yapmadığım ama hep yapmak istediğim türden bir yazı konusu ile boşluğumdayım. Bu hafta izleyip bitirdiğim bir dizi ile beraberiz, The End of the F***ing World. Neden bu dizi peki? Disenchantment'dan sonra daha ciddi bir şeyler izlemek istiyordum. Ama Daredevil'in 3. sezonuna da günler kalmıştı, bu yüzden de kısa sürecek bir şey olmalıydı. Bu noktada da The End of the F***ing World arayışıma cevap oldu. Hem fakültedeki boş zamanlarımı değerlendirdim, hem de kaliteli bir yapım izledim. Ayrıca İngiliz yapımı olmasının verdiği mutluluk ile altyazısız izledim. Neyse fazla uzatmadan diziye geçelim.
  Dizimiz Charles S. Forsman'in The End of the F***ing World adlı romanından uyarlamıştır. İlk olarak 24 Ekim 2017'de Channel 4'da yayınlandı. Ben Netflix üzerinden izledim. Dizimiz İngiliz yapımı bir kara mizah/komedi-drama televizyon dizisi olmaktadır. 8 bölümden oluşmakta olup  her bölüm yaklaşık olarak 20dk kadar sürmektedir.
  Dizi, ergenlik çağında olan Alyssa'nın ve James'in hikayesini konu almaktadır. Geçmişlerinde yaşadıkları ve sonasında yaşanmış olaylar ile yontulmuş karakterlerimiz, hayatlarının sıradanlığından artık sıkılmış ve ardında ne olacağını düşünmeksizin bir yola çıkarlar. Farklı dünyalardan gelen ama ortak bir paydada buluşan Alyssa ve James bu serüvenlerinde birbirlerine aşık olurlar. Ama yolculukları elbette bekledikleri kadar güzel başlamamıştır. Bir takım kötü olaylar zincirleri ile karşılaşırlar. Aksilikler bir türlü peşlerini bırakmaz ama onlar yollarına ne olursa olsun devam etmektedirler. Yolculukta birbirlerine olan aşkları ve güvenleri sürekli artar. Her bölümü bir solukta izleyeceğiniz bu dizi size ''Keşke daha uzun olsa.'' dedirtecek.
  Biraz da karakterlerimizden bahsedelim. Alyssa, başına buyruk takılan bir karakterimiz. Ağzından bir türlü küfür eksilmeyen, argo konuşan, aklına ne eserse onu yapan birisi. James'e olan sevgisini her fırsatta gösteren ilişkilerinde baskın rolü oynayan biri kendisi. James ise Dexter dizisini izlediyseniz eğer Dexter'ın bir nevi küçüklüğü kendisi. İçinde öldürme isteği taşıyan ve bundan haz alan birisi. Küçüklüğünde ölümle ilgili bir trajedi yaşayan ve bundan sonra hayatı değişmiştir. İçine kapanık, fazla konuşmayan, konuştuğunda ise tek düze cevaplar vermektedir.
  Yazımızın sonlarına geldiğimize göre peki ben ne düşünüyorum dizi hakkında? Kısa süreli biz dizi kaçamağı yapmak istiyorsanız eğer The End of the F***ing World, kesinlikle aradığınız dizi. Biraz komedi, biraz drama, azcık da gerilim ve karşısınızda The End of the F***ing World. Başlarda diziye karşı ön yargınız olabilir ama diziyi bırakmayın. Son olarak da dilinizi devam geliştirmek istiyorsanız dizi İngilizce altyazı ile izleyebilirsiniz. Kolay anlaşılabilir bir dile sahip. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.


14 Ekim 2018 Pazar

Serenad - Zülfü Livaneli

  1 haftalık aradan sonra tekrardan boşluğumdayım. Normalde her hafta bir yazı planladım. Vize ve final haftalarında ya da özel durumlarda bu planım aksayabilir. Ama aksi bir durum olmadıkça bu devam edecek. Gelelim bu haftaki aksamaya. Yemin törenim dolayısıyla bu kitabı bir haftada bitiremedim. Bu yüzden bir sonraki haftaya kaldı. Gelelim niye Serenad'ı okuduğuma. Yıllardır okumayı ertelediğim bir kitapla beraberiz bugün. Feminist arkadaşlar darılmasın ama toplumda ''kız kitabı'' haline getirildi. Bunu yapanlarda yine kadın arkadaşlarımız. Dönem dönem bazı kitaplara bu yapılıyor. Sadece kadınlar değil biz erkeklerde bunu yapıyoruz ve karşı tarafı kitaptan soğutuyoruz. Bu kesinlikle kötü bir şey. Hiçbir şekilde bunu tasbip etmiyorum. Diğer bir okuma sebebim Serenad aşırı derecede şişirilmiş bir kitap olması ve birine ''Bana okuyacak bir roman önerir misin?'' diye sorulduğunda ilk söylenenlerden biri hep Serenad oluyor. Bu denli popüler olan bir kitap beni kendinden uzaklaştırdı. Ve en sonunda kitabı okuma gafletinde bulundum. Okuduğuma %100 pişman değilim ama genel olarak zaman kaybı buluyorum. Neyse kendi düşüncelerimi sona bırakıp kitabın genel yapsına değinelim.
  Kitap, ilk olarak 2011 yılında Doğan Kitap tarafından basıldı. Bir Livaneli ürünü olarak satılmama kaygısı zaten taşımıyordu. Piyasadan kitabı 20-26TL aralığında fiyatlara bulabilirsiniz. Çıktığı andan itibaren uzun bir süre çok satanlarda kaldı ki hala satılmakta. 430 binden fazla satan bu kitap Türkiye şartlarında alışagelmiş istatistiklerin dışında kalıyor. Ama içeriğini düşününce insan yadırgamıyor. Biraz da kitabın içeriğinden bahsedelim.
  Kitabımız baş karakterimiz olan Maya Duran üzerinden işleniyor. İlahı bakış açısı kitapta hiç kullanılmıyor. Tüm olaylar Maya üzerinden işleniyor ve Livaneli bizi sürekli kendimizi Maya'nın yerine koymak için zorluyor. Kitap kültürü fazla olmayan insanlar üzerinde bu işe yarıyor. İstanbul Üniversitesinde çalışan Maya bir gün rektörün özel davetlisi olan Prof. Maximilian Wagner ile ilgilenmesi için görevlendirilir. Daha öncede rektörün davetlileri ile ilgilenen Maya, Max'i de diğerleri gibi düşünür ve her zamanki rutinine devam eder. Ama 87 yaşında olan bu adam düşünüdüğü gibi değildir. Daha önce 1930'lu yıllarda İstanbul'da bulunmuş olan profosör istemeden Maya'yı bir maceraya sürüklüyor. Bu macera Hitler'in Yahudi Soykırımından İstanbul Üniversitesinin kuruluşuna, Struma Olayından Mavi Alaya kadar bir sürü tarihi olayı içermektedir. Hem annelik yapmaya çalışıp hem de üniversite işleri ve profosörle uğraşan Maya'nın hikayesini içeren olaylar zinciri ile baş başa kalıyoruz. Sürükleyici ve bir o kadar akıcı anlatıma sahip olan bu roman sizi kendisine bağlıyor.
  Ne yazık ki kitabın içeriği ile ilgili bu kadar bilgi verebiliyorum. Çünkü fazlası kitapla ilgili önemli bilgileri içerecektir. Gel gelelim kitabın yapısına. İlk kısmı ''wattpad kitabı'' gibi yazılmış olup iyi bir okuyucuyu kitaptan soğutabiliyor. Ortasına geldiğimizde ise mutheşem bir olay zinciri ile karşılaşıyoruz. Sonalarından ise Maya'nın gereksizce anlatışı ile karşılaşıyoruz. Peki kitap okunabilir mi? Evet, okunabilir lakin 457 sayfalık iyi bir tarihi kitap okumanız daha iyi olur. İçinde barındırdığı tarhi bilgileri ve daha fazlasına ulaşabilirsiniz. Sonuç olarak kitabı okumanızı önermiyorum ama bu kitabı kötü ya da okunmaya değer bulmadığım için değil. Fazla kitleye oynanmış ve ona göre yazılmış bir kitap olduğu içindir. Sonunda Maya'nın gözüne çarpan Auerbach'ın Pascal'dan alıntıladığı girişi bölümü onu çek etkiler. Bu alıntı beni de etkiliyor ve yazının sonuna ekliyorum. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.


  “Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en elverişsizdir. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti anlaşılmaz zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, onu kötü insanlar. Adaleti anlaşılmaz töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya ihtiyacımız var; bunu yapabilmek için gerekli olan güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
  Adalet tartışmaya sahiptir. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz şekilde anlaşılır. Bu ada gücü adalete veremedik, gösteri hakkı, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı kuvvetle birleştirmek için de güçlü olanı haklı kıldık. ”