29 Eylül 2018 Cumartesi

Samuray(Samurai) 2 - di Giorgio, Genêt


  İlk cildini incelediğimiz Samuray(yazının ya da görselin üstüne tıklayarak ilk cildin yazısına ulaşabilirsiniz.) Umarım yazının yararını görmüş ve ilk cildi okumuşsunuzdur. Çünkü bütün ciltleri hakkında yazacağım. Peki neden bu seriyi seçtim? Öncelikle okuduğum bölüm ve fakültenin yoğunlukları sebebiyle blogdan ziyade kendime bile çok zaman ayıramıyorum. Bu seriyi seçme sebebime gelirsek eğer en büyük özelliği kısa olması. Diğer bir özelliği Marvel'dan ve DC'den bağımsız olmasıdır. Tabii bu demek değil ki başladığım serilerin devamı gelmeyecek. Bildiğiniz gibi Sandman'in ilk cildi hakkında da bir yazı paylaşmıştım. İthaki tarafından bu ay 5. cildi basıldı. Devam eden bir seri olduğu için ileride çıkacak tüm ciltlerler ile ilgili boş yazılar yazmayı planlıyorum. Tabii bütçem ve zamanım el verdikçe. Neyse fazla uzattım cildimize geçiş yapalım.
  Genel yapısına değinmemiz gerekirse eğer hardcovered olarak Yapı Kredi Yayınları tarafından ilk olarak Nisan 2012'de basıldı. Piyasada 14-18 TL aralığında bir fiyata şu anda bulabilirsiniz. Ama bulabilirseniz eğer. Çünkü piyasada olan baskıları bir hayli azalmış durumda bu yüzden elinizi çabuk tutmanızı öneririm. Gelelim romanımızın içeriğine.
  Hatırlarsanız eğer ilk ciltte en son Takeo ve arkadaşlarının yakalanması ile bitmişti. Tabii bu arada Akuma ve ordusu da imparatorluğa yürümekteydi. Yani en heyacanlı yerinde bıraktık.
Merak etmeyin bu ciltte sonuna ulaşacağız. Tabii ki aklımızda sorular kalarak.
  Amacına git gide yaklaşmakta olan Akuma imparotorluğu artık avuçlarının arasına almıştır. Birliklerinin sayıca üstünlüğü karşısında ise İmparator pes etmemekte kararlıdır. Bunlar yaşanırken Yüce Yalvaç adına ayine başlanılmıştır. Kutsal kan olan Natsumi ile yapılan ayin ters gider. Bu anı fırsat bilen Takeo ve Şiro harakete geçer ve mabedi yıkar. Mabedin yıkımıyla Akuma'nın gücü yok olur ve birlikleri dağılır. Bu şekilde 4 albüm süren hikayemiz sonlanır. Ama cildimiz 3 albümden oluşmaktadır. İlk akbümün sonunda Takeo sonunda en başta abisini aramak üzere çıktığı yola devam eder ve Issız Ada'ya olan yolculuğuna başlar.

  Ada'ya ulaştığında Ada'nın ismi gibi ıssız olmadığını fark eder. Halk bir şekilde hayatına devam etmektedir. Süre gelen bu yaşamın ardında bir lanet yatmaktadır ne yazık ki. Bu sırdan bir haber olan Take ise abisini aramaktadır.
  Arayışları devam ederken kendisini bir etkinliğin ortasında bulur. Abisini araken ilk hikayeden hatırlayacağımız alkolik keşiş ile karşılaşır. Arayışları devam ederken etkinlik hakkında daha çok şey öğrenmeye başlar ve bunun sıradan bir etkinlik olmadığını öğrenir. Bu Nobunaga Klanı'nın her yıl haraç toplamak için yaptırdığı bir etkinliktir aslında. Haraç adı altında bir de duello düzenlenir. Eğer ada halkının seçtikleri şampiyon duelloyu kazanırsa haraçtan yırtacaklardır. Aksi taktirde her yıl olduğu gibi bu yılda ödemek zorundadırlar. Tüm bunlar yaşanırken Takeo bir anda kendini efsane samuray Şobei'nin karşısında bulur. Kıran kırana edecekleri mücadele öncesi bir takım olaylar gelişir.
  Yine görsel şölene ve harika olay kurgusuna maruz kaldığımız bu ciltte bir kez Takeo bizi kendine hayran bıraktırıyor. Haftaya bir boş yazıda daha görüşmek üzere esen kalın.



19 Eylül 2018 Çarşamba

Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli Kanık


  Son günlerde bir takım yolculuklar yaptım. Uçakta okumak için kısa sürecek bir kitap arayışına girmiştim. Orhan Veli'nin bu güzel kitabını buldum. Hazır okullar açılmış tenefüslerde, yollarda okuyacak kısa bir kitap arıyorsanız ''Hoşgör Köftecisi'' bu ihtiyacınıza hınzır gibi yetişiyor. Orhan Veli'nin seçilmiş hikayelerinden oluşan bu kitapla güzel zaman geçireceğinizi temin ederim.
  Kitabımız ilk olarak 2012 yılında basılıp 64 sayfa olmaktadır. 3-5 TL aralığında bir fiyata bulabilirsiniz. Bu fiyatı görünce şaşırmış olabilirsiniz. Bir YKY standartı olarak Türk klasiklerini uygun bir fiyata alabilirsiniz.
   Kitabımız 7 hikaye ve 1 anketten oluşmaktadır. Bunlar farklı zaman dilimlerinde yazılmış ve farklı yerlerden toplanmıştır. Hikayeler ile söyleyebileceğim pek bir şey yok ne yazık ki. Lakin alıntılarla önemli noktalara değinebilirim.
  İkinci hikaye olan ''Baharın Ettikleri''ne biraz değinmek istiyorum. Orhan Veli dolu bir betimleme ile kalıplaşmış tabirlere karşı çıkıyor. Hikayeden bir alıntı ile onun bu düşücesini inceleyelim.

  ''Hikayede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da alışılmış, bıkılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyacanları gibi gösteren hikayelerden ilallah dedik artık. Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var.''

  Bu sözlerden ben günümüz ''Wattpad Edebiyatı'' izlerini görüyorum. Günümüz popüler kültürünün bir eleştirisi gibi sanki. Tabii veli artık o kadar dolmuş ki o dönemde bu sözleri söyelemiş. Eminim sizler de bu alıntıdan kendinizce bir şeyler çıkaracaksınız.
  Biraz da ''İşsizlik'' adlı hikayesine değinmek istiyorum. Burada Veli'nin iç dünyasına bir yolculuk yapıyoruz. Günümüzde olan ''işsizlik'' kavramını 1949 yılında işlemiş. Olaydan olaya atladığı ve yazarlağı bu hikayeye bir anada kendinizi kaptırabiliyorsunuz. Hikayede Veli her şeye burunu sokarak da bizleri eğlendirebiliyor.
  Son olarak ''Orhan Veli Edebiyat Hakkında Konuşuyor'' adlı ankete değinmek istiyorum. Bu benim için kitaptaki en önemli yazı. Çünkü Veli'nin saf düşüncelerini öğreniyoruz burada. 1947 yılında yapılan bu ankette Veli, dönemin genç yazarlarını değerlendiriyor. Bunlar arasında Yahya Kemal, Sait Faik, Orhan Kemal, Oktay Rifat gibi yazarlar var. Hatta anketi yapan bir ara ''Halide Edip'e ne dersiniz?'' diyor soruyor. Bunun üzerine Veli ''İş yok...'' diye cevap veriyor.
  Anketi yapan Bahadır Dülger'in son sorusu memlekette gelişmekte olan edebiyatın hangi vasıfta olması gerektiği üzerine oluyor. Buna Orhan Veli şöyle cevap veriyor:

  '' Ben sa­nat­la ede­bi­ya­tı bir­bi­rin­den ayı­rı­yo­rum ve şi­iri sa­na­ta so­ku­yo­rum. Ro­man, hi­kâ­ye ve ti­yat­ro ede­bi­yat çer­çe­ve­si içi­ne gi­ri­yor. Fi­kir sa­nat­ta yer ala­mı­yor. Ama, ede­bi­yat fik­re da­ya­nı­yor. Bu iti­bar­la ede­bi­ya­tın halk kit­le­le­ri­ne bir şey­ler söy­le­me­si la­zım. Okur-ya­zar­la­rı hal­ka doğ­ru gö­tü­ren bir ede­bi­yat is­te­rim. Ya­ni ede­bi­ya­tın ço­ğun­lu­ğa hi­tap et­me­si­ni is­ti­yo­rum. Ço­ğun­luk oku­yup an­la­ma­lı­dır. An­la­ya­bil­me­si için de ede­bi­yat­ta ken­di me­se­le­le­rin­den bah­se­dil­me­si la­zım... Bu­gün­kü dün­ya­da ço­ğun­lu­ğu fa­kir halk teş­kil edi­yor. De­mek ki ede­bi­yat da on­la­rın ede­bi­ya­tı ola­cak­tır. Kah­ra­ma­nı­nı onun için­den se­çe­cek, ha­ya­tı­nı o ha­ya­tın için­den ala­cak ve ara sı­ra onun me­se­le­sin­den bah­se­de­cek­tir. Biz­de bu te­lak­ki­de bir ede­bi­yat üze­rin­de ça­lı­şan­lar var. Bun­la­rın bir­ta­kım ku­sur­la­rı gö­ze çar­pı­yor. He­nüz mü­kem­mel de­ğil­dir­ler. Fa­kat ay­nı yol­dan yü­rü­ye­cek olan ede­bi­yat­çı­lar bu işi da­ha mü­kem­mel bir ha­le ge­ti­re­bi­lir­ler. Bu­nun için şart­lar­dan bir ta­ne­si de di­lin ko­nu­şu­lan dil­den aza­mi de­re­ce­de fay­da­lan­mak su­re­tiy­le zen­gin­leş­ti­ril­me­si­dir. Di­li ke­li­me­le­re kar­şı­lık bul­mak­tan iba­ret sa­yan Dil Ku­ru­mu gi­bi mü­es­se­se­ler var, bun­la­rın yo­lu yan­lış­tır. Di­lin zen­gin­leş­me­si­ni mü­es­se­se­ler­den de­ğil, sa­nat adam­la­rın­dan bek­le­me­li­yiz.''

  Bu sözler Türk Edebiyatı için gerçekten çok önemli. Çünkü günümüz edebiyatına baktığımız boş kitaplar görüyoruz. Eğer bu yazıyı okuyorsunanız ne tür kitaplardan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Herkes Orhan Veli'nin bu sözlerine kulak vermeli ve edebiyatımızı geliştirmek adına gerekli adımları atmalı. Bir boş yazımızın daha sonuna geldik esenle kalmanız dileği ile görüşürüz.

 

15 Eylül 2018 Cumartesi

Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Victor Hugo


  Uzun soluklu çizgi roman yazılarımızdan sonra 19. yüzyıl Fransız edebiyatına bir dönüş yapmamın zamanı geldi sanırım. Ama bu çizgi romanları bıraktığım manasına gelmiyor elbette ki. Bugün Victor Hugo'nun hümanizmi derinlemesine yaşattığı ''Bir İdam Mahkumun Son'' eseri hakkında biraz boş konuşacağım. Peki okumak için neden bu kitabı seçtim? Bunu seçtim, çünkü ''idam'' konusu hala ülkemizde konuşulmaya devam ediyor. Gündemden bir türlü düşmeyen bu konu üzerine bu kitabı okumam gerektiğini düşündüm.
  Kitap hakkında konuşmadan önce kitabın yayınlandığı dönem hakkında biraz fikir sahibi olmamız lazım. Kitap 1829 yılında yani büyük Fransız Devrimi'nin kırkıncı yılında çıktı. Beklendiği üzere kitap başta olumlu karşılanmadı tabii ki. Kitap da belli olduğu üzere giyotin ile ilgili. Yaşadığı dönemde çocuktan yaşlıya, fakirden zengine kadar herkesin idam cezalarını zevkle izlediğini fark etmiştir. Bunu üzerine Victor Hugo'nun da giyotini ''Devrimlerin yok edemediği kaide'' diye nitelendiriyor. Hugo kitapta açık olarak cezayı verip insanı yok etmenin yerine, suçluları iyileştirmeyi öğütlemektedir. Hem o dönemde olduğu gibi hem de şimdi bizim ülkemizde oluğu gibi de toplumun düzenini sağlamak için bu cezayı, bir caydırıcılık ögesi olarak görülmektedir. Görülür ki idam, Hugo bu kitabı yazdıktan tam 152 yıl sonra Sosyalist Partinin iktidarı sayesinde kalkmıştır. Peki giyotin ya da genel tabiri ile idam, gerçekten caydırıcı mıydı? Elbette ki hayır, bu 152 yılda suçta kayda değer bir azalma görülmemiştir. Bu kitap Hugo'nun ''sefil'' kelimesini eserlerinde ilk kez kullandığı kitaptır. Kitabı eğer okuyacaksanız ya da okuduysanız lütfen kitaba uygar, hümanist bir insan olarak bakın.
  Kitabın boşluğuna kapılmadan önce hakkında yazacağım kitabın Can Yayınlarına ait baskısı ve Erhan Büyükakıncı'nın çeviri olduğu söylemem gerekiyor. Can yayınlarına göre 132 sayfa lakin ön sözler ile 150 sayfaya kadar ulaşmaktadır. Piyasada 8-10 TL arasında bir fiyata bulabilirsiniz. Klasik Can yayınları kalitesinde ve ölçülerinde olmaktadır. Dönemi daha iyi algılayabilmeniz için kitaptan anlamlı bir alıntı ile kitabın boşluğuna adımımızı atıyoruz.

  ''Sömürgeler, bir idam kararı bir kölenin ölümüne neden olursa, adamın sahibine bin franklık tazminat ödenmektedir. Ne! Sahibin zararını karşılıyorsunuz da, aileye tazminat vermiyorsunuz! Peki, burada da bir insanı ona sahip olanların ellerinden almıyor musunuz? Sahibini karşısındaki bir köleden daha kutsal bir konumda, babasının varlığı, karısının serveti, çocuklarının eşyası değil mi?''

  ''İdam mahkûmu!''
  Kendisi güzel bir Ağustos sabahı mahkemesine gitmesi ile her şey başlar. Aslında bilir ki idam cezası alacaktır. Ama onun için bu o kadar önemli bir şey değildir. Çünkü idam cezası almazsa eğer kürek cezası alacaktır. Bilir ki yıllarca kürek çekmektense bugün ölmeyi yeğler. Beklendiği üzere de idam cezası verilmiştir. Sonu Grève Meydanında sonlanacak olan yolculu böyle güzel bir günde başlamış oldu. Başta idam cezasına razı olsa da şimdi kabullenemiyor ve dünyayı onun için bambaşka bir hal almıştır. Ne düşüneceğini ne yapacağını bilememektedir. Kendine geldiğinde ise şunları düşünmüştür:

  ''Neden olmasın? Çevremdeki her şey durağan ve renksiz olsa da benim içimde kopan bir fırtına, bir çatışma, bir trajedi yok muydu? Benliğimi saran bu saplantı, günü her saatinde, her anında, yepyeni bir biçimde; infaz vakti yaklaştıkça daha da iğrenç ve daha da kanlı biçimde çıkmıyor mu karşıma? İçimde bulunduğum bu terk edilmişlik ortamında hissettiğim şiddetli ve anlamsız her şeyi neden kendime anlatmayı denemeyeyim? Kuşkusuz anlatacağım çok şey var ve ömrüm ne kadar kısa olursa olsun, içinde bulunduğum bu saatten son dakikama kadar onu dolduracak kaygılar, mürekkep hokkasını boşaltacak değerde bir şeyler olacaktır. Zaten bu kaygıların yol açtığı acıları azaltmanın yolu onları incelemek olacaktır ve onları dile getirmek beni oyalayacaktır.''

  Mahkumumuzun iç dünyasına yaptığımız bu girişimden sonra yazımıza devam edebiliriz. İnfaz gününü beklemek üzere bir hücreye kapatılır ve düşünceleriyle birlikte geçireceği günler başlamış olur. Genel olarak dünyaya dair herhangi bir kaygı ya da özlem çekmemektedir. Tek bir şey dışında. Zavallı küçük kızı Marie. Ne annesi ne de karısına dair tek bir şey beslemeyen kızı için sonsuz sevgi beslemektedir. Lakin bu sevgi ileride karşılıksız kalacaktır. İlerleyen günlerden kendisini ölüm korkusu sarmıştır ve en son razı olacağı şey olan kürekçiliği kabullenmiştir. Gidip gelen ruh halleri ve hücrenin etkiyle zayıflamaya başlamıştır. Diğer mahkumlarla ve gardiyanlarla olan sohbetleri de bu durumu ilerletmektedir. Kaçma planları yapmaya başlamıştır lakin ölümün gelişi kesindir.
  Mahkemeden başlayıp giyotine kadar uzanan bu içsel dünyada hümanizmi derinlemesine yaşayacaksınız. Kendinizi mahkumumuzun yerine koyacak ve idamın verdiği etkiyi sonuna kadar hissedeceksiniz. Bu kitabı sakin bir kafa ile okumanızı öneririm. Umarım idamın ciddiyetini anlarsınız. Bir boş yazımızın daha sonuna geldik esenle kalın.

9 Eylül 2018 Pazar

Batman - Gülen Adam


 Bugün uzun zamandır piyasada göremediğimiz bir çizgi romanla birlikteyiz. Batman: Gülen Adam namı değer The Man Who Laughs. İlk olarak 2005 yılında Türkiye'de ise 2014 yılında JBC tarafından yayınlandı. Tabii Joker ile ilgili olan her çizgi romanda olduğu gibi bunda da bir anda tükendi ve karaborsası oluştu. 60-70₺ gibi fiyatlardan başlayıp 250₺ gibi bir fiyata kadar yükselebiliyordu. Neyse ki JBC Temmuz ayında 2. baskısı ile bizleri mutlu etti ve karaborsayı da bitirdi. Tabii ki koleksiyoncular hala 1. baskı peşinde lakin okuyucular bu durumdan memnun görünüyor. Daha önce İngilizcesini okuduğum bu çizgi romanın hazır yeniden basılmışken hakkında biraz boş konuşayım, diye düşündüm. Peki bu çizgi romanı bu kadar önemli yapan nedir? Aslında bu 2 tane çizgi romandan oluşan bir cilt. Birinci çizgi roman ''Joker'' karakterinin Batman ile ilk tanışmasını ve onun ilk eylemlerini konu almakta. İkinci çizgi roman ise Batman ile Alan Scott yani ilk Green Lantern'ın eski bir dava üzerine çalışmalarını konu almakta. 
  Cildin genel yapısına değinelim biraz. 144 sayfadan oluşup
ortalama çizgi roman boyutlarında(17X24) olmaktadır. Şu anda piyasada 25-28₺ gibi fiyatlara bulabilirsiniz. JBC'nin standart kalitesinde olup güzel bir çeviriye sahip. Ed Brubaker tarafından yazılmış, Doug Mahnke ve Patrick Zircher tarafından çizilmiş, Doug MahnkeAaron Sowd ile Steve Bird tarafından tarafından çinilenmiş ve de David Baron ile Jason Wright tarafından renklendirilmiştir.
  1 çizgi romana başlamadan önce okumanız gereken bir çizgi roman daha var. Joker'in en popüler olduğu çizgi romanlardan biri olan Batman: Öldüren Şaka(Killing Joke). Şu anda piyasada bulunmayan bir çizgi roman. Ama internet üzerinden okuyarak ya da animasyonunu izleyerek de açığı kapayabilirsiniz.
  Her şey James Gordon ve diğer memurların bir takım cesetler üzerine bir binayı araştırmaları ile başlıyor. Lakin cesetler normal değiller. Bir gariplik var. Bir takım zehir tarafından öldürülmüşe benziyorlar. Tabii Batman böyle garip bir olaya hiç ilgisiz kalır mı? Hemen olayın içine atlıyor. Mizah bir yana gerçekten de Gordon'ın yanına atlayarak geliyor. Cesetleri araştırırken televizyona beyaz tenli, yeşil saçlı bir adam çıkıyor. Küçük bir konuşmadan sonra Henry Claridge ile başlayacak olan seri cinayetlerinin haberini veriyor. Bunun üzerine Batman Red Hood'u da kapsayan derin bir araştırmanın içine giriyor. Biz ne olduğunu anlamadan Bruce Wayne'in hayatını da kapsayan bir maceranın içinde kendimizi buluyoruz.
  2. çizgi romanımız 1940 yılına dayanan çözülememiş bir dava ile ilgili. Bu dava Batman'den önce Gotham'ı koruyan kahramanımız ilk Green Lantern Alan Scott ile ilgili. Dava, ortaya belirsiz bir cesedin bulunması ile gün yüzüne tekrardan çıkıyor. Batman ve Gordon cesedi araştırmaya başlıyorlar. Scott, uzun zamandır ortalıkta görülmeyen bir efsane ve cesedin ortaya çıkışı ile olaylara dahil oluyor. Romanımız Scott'ın geçmiş ile yüzleşmesi, Gordon'ın yaşlılığının ve sakatlığının verdiği zorluklar ile sınanması, Batman'in dedektiflik yeteneklerinin sorgulaması gibi bir takım olayları etkileyen durumlar dahilinde işleniyor.
  Tek solukta okuyacağınız bu iki çizgi roman yoğun hayatınzda size harika kaçamaklar olacak. Hazır yeniden basılmışken bu cildi kütüphanenize eklemenizi şiddetle öneriyorum. Tabii başta belirttiğim gibi şimdi de altını çizerek söylemem lazım ki bu cildi okumadan önce Batman: Öldüren Şaka(Killing Joke) okunması ya da izlenmesi gerekmekte. Bir boş yazımızın daha sonuna geldik herkese serin günler diliyorum, esenle kalın.





TEKER TEKER 
ÇAĞRIMA KULAK VERECEKLER
SONRA BU AHLAKSIZ ŞEHİR
DÜŞÜMÜN PEŞİNDEN GELECEK